>Exit code: 0 Time: 3.882
 movshare izle Ã…žair Divx stagevu izle Ã…žair Divx megashare izle Ã…žair Divx movshare izle Ã…žeytanla AnlaÅŸma Divx stagevu izle Ã…žeytanla AnlaÅŸma Divx megashare izle Ã…žeytanla AnlaÅŸma Divx movshare izle Ã…žeytanın Köleleri Divx stagevu izle Ã…žeytanın Köleleri Divx megashare izle Ã…žeytanın Köleleri Divx movshare izle the age of stupid Divx stagevu izle the age of stupid Divx megashare izle the age of stupid Divx movshare izle Åžahin Divx stagevu izle Åžahin Divx megashare izle Åžahin Divx movshare izle The Case Of Itaewon Homicide Divx stagevu izle The Case Of Itaewon Homicide Divx megashare izle The Case Of Itaewon Homicide Divx movshare izle En Büyük Korku Divx stagevu izle En Büyük Korku Divx megashare izle En Büyük Korku Divx movshare izle Endgame Divx stagevu izle Endgame Divx megashare izle Endgame Divx movshare izle Erkekler Ne söyler kadınlar ne anlar Divx stagevu izle Erkekler Ne söyler kadınlar ne anlar Divx megashare izle Erkekler Ne söyler kadınlar ne anlar Divx movshare izle Eros’un BeÅŸ Duyusu Divx stagevu izle Eros’un BeÅŸ Duyusu Divx megashare izle Eros’un BeÅŸ Duyusu Divx movshare izle Esrarengiz kadın Divx stagevu izle Esrarengiz kadın Divx megashare izle Esrarengiz kadın Divx movshare izle The Goods / Live Hard Sell Hard Divx stagevu izle The Goods / Live Hard Sell Hard Divx megashare izle The Goods / Live Hard Sell Hard Divx movshare izle Paronaya Divx stagevu izle Paronaya Divx megashare izle Paronaya Divx movshare izle Pelikan Dosyası Divx stagevu izle Pelikan Dosyası Divx megashare izle Pelikan Dosyası Divx movshare izle Rehine  Divx stagevu izle Rehine  Divx megashare izle Rehine  Divx movshare izle Ricky Divx stagevu izle Ricky Divx megashare izle Ricky Divx movshare izle Rocky 2 Divx stagevu izle Rocky 2 Divx megashare izle Rocky 2 Divx movshare izle Rocky 3 Divx stagevu izle Rocky 3 Divx megashare izle Rocky 3 Divx movshare izle Rocky 4 Divx stagevu izle Rocky 4 Divx megashare izle Rocky 4 Divx movshare izle Rocky 5 Divx stagevu izle Rocky 5 Divx megashare izle Rocky 5 Divx movshare izle Rocky 6 Divx stagevu izle Rocky 6 Divx megashare izle Rocky 6 Divx movshare izle Rocky Divx stagevu izle Rocky Divx megashare izle Rocky Divx movshare izle Rüya Bilmecesi Divx stagevu izle Rüya Bilmecesi Divx megashare izle Rüya Bilmecesi Divx movshare izle R.V Divx stagevu izle R.V Divx megashare izle R.V Divx movshare izle Schindler’s List Divx stagevu izle Schindler’s List Divx megashare izle Schindler’s List Divx movshare izle The Secret Of The Magic Gourd  Divx stagevu izle The Secret Of The Magic Gourd  Divx megashare izle The Secret Of The Magic Gourd  Divx movshare izle Seksi ve çılgın Divx stagevu izle Seksi ve çılgın Divx megashare izle Seksi ve çılgın Divx movshare izle Seni O Kadar Çok Sevdim Ki Divx stagevu izle Seni O Kadar Çok Sevdim Ki Divx megashare izle Seni O Kadar Çok Sevdim Ki Divx movshare izle Sexy killer Divx stagevu izle Sexy killer Divx megashare izle Sexy killer Divx movshare izle Shanghai Öpücüğü Divx stagevu izle Shanghai Öpücüğü Divx megashare izle Shanghai Öpücüğü Divx movshare izle Shattered Divx stagevu izle Shattered Divx megashare izle Shattered Divx movshare izle Sinek Divx stagevu izle Sinek Divx megashare izle Sinek Divx movshare izle Skjult Hidden Divx stagevu izle Skjult Hidden Divx megashare izle Skjult Hidden Divx movshare izle Slam Divx stagevu izle Slam Divx megashare izle Slam Divx movshare izle Smokin’ Aces 2 movshare izle SoÄŸuk Ölüm Divx stagevu izle SoÄŸuk Ölüm Divx megashare izle SoÄŸuk Ölüm Divx movshare izle Son ültimatom Divx stagevu izle Son ültimatom Divx megashare izle Son ültimatom Divx movshare izle Sorority Row Divx stagevu izle Sorority Row Divx megashare izle Sorority Row Divx movshare izle Star trek Divx stagevu izle Star trek Divx megashare izle Star trek Divx movshare izle Stellet licht Divx stagevu izle Stellet licht Divx megashare izle Stellet licht Divx movshare izle sublime Divx stagevu izle sublime Divx megashare izle sublime Divx movshare izle Süper Ot Divx stagevu izle Süper Ot Divx megashare izle Süper Ot Divx movshare izle Tam Gaz Divx stagevu izle Tam Gaz Divx megashare izle Tam Gaz Divx movshare izle TaÅŸ yastık Divx stagevu izle TaÅŸ yastık Divx megashare izle TaÅŸ yastık Divx movshare izle Tavan Arası Divx stagevu izle Tavan Arası Divx megashare izle Tavan Arası Divx movshare izle Tek KiÅŸilik Dev Kadro – Ata Demirel Divx stagevu izle Tek KiÅŸilik Dev Kadro – Ata Demirel Divx megashare izle Tek KiÅŸilik Dev Kadro – Ata Demirel Divx movshare izle Terminator Salvation Divx stagevu izle Terminator Salvation Divx megashare izle Terminator Salvation Divx movshare izle Tesadüf Divx stagevu izle Tesadüf Divx megashare izle Tesadüf Divx movshare izle Tetro Divx stagevu izle Tetro Divx megashare izle Tetro DivxAÅŸka Son ÅžansAdam Resurrected izleAfter-Sex izleAkli Havada izleAll About Steveamerikan pastası 1Amerikan pastası bando kampı izleAmerikan Pastası: Beta Evi amerikan pastası 3 düğün izleazizler ve askerlerBeautiful Kate izleBornova Bornova izlecadavres izleveba izleCehennemdeCem Yılmaz - Askerde Stand Up GösterisiCem Yılmaz - Askerde Stand Up GösterisiCem Yılmaz - Askerde Stand Up GösterisiCem Yılmaz - Askerde Stand Up Gösterisicesurların vatanı izlecesurların vatanıcoco chanel'den ÖnceDireniÅŸ izledorian gray izlean education izleEylül Ã…zafağıgemideki gizem izle12 Tuzak2012 izle23 numara izle8 MM 2 izleacının sütü izleadaletin peşindeAdam Resurrected izleadım adım komploAfter-Sex izleAkli Havada izleakiloyunları izlenew-moon-twilight-seriesAll About SteveAltın ÇocuklarAmerican Virgin izleamerikan pastası 1amerikan pastası 2 izleamerikan pastası 7Amerikan pastası bando kampı izleAmerikan Pastası: Beta Evi amerikan pastası 3 düğün izleaşk dedektifiaşka son şansaşkın 500 günüan education izle

Slider çalışmıyorsa esc tuşuna basın ..

26 Ocak 2010

Lenf kanseri tedavi yan etkileri Hodgkin Hastalığı

TEDAVİ YAN ETKİLERİ NELERDİR ?

Lenf Kanseri TedavisiTedavi sırasında kullanılan ilaçları tipine ve dozuna göre bazı istenmeyen etkiler olabilmektedir. Bunlara yan etkiler denir. Burada sık görülenler belirtilecektir. Ancak siz bu tedaviler sırasında fark ettiklerinizi doktorunuza bildirerek bunlarında değerlendirilmesini ve bunlar için yapılabilecek tedavileri öğreneceksiniz.




Hodgkin dışı lenfoma tedavisinde kullanılan ilaçların bulantı ve kusma yan etkisi genellikle hafif ve kısa süreli olmaktadır. Saç dökülmesi bazı tedavilerde hafif bazılarında tamamen dökülme tarzındadır. Ancak tedavi bittikten sonra 6 ay içerisinde genellikle eskisi kadar güzel saçlarınızın geri geleceği bilinmelidir. Kemoterapi sırasında kan hücrelerinin üretim yeri olan kemikiliği de tedaviden etkilenmektedir. Bu karşımıza kırmızı küreciklerin azalması (anemi), beyaz kürelerimizin azalması (lökopeni), enfeksiyonlarla savaşan beyaz küreler içinde önemli bir grup olan nötrofillerin azalması (nötropeni) ve kanama olmasını önleyen trombosit denilen küçük kan hücrelerinin azalması (trombositopeni) olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu kan hücrelerindeki azalma, doktorunuz tarafından belli aralarla yapılan kan sayımları ile izlenecek ve gerekli görülen kan ürünleri başkasından elde edilerek size verilecektir. Kemoterapi böbrek ve karaciğer işlevlerini etkileyebilir ; bu durum gerekli kan tetkikleri ile izlenir. Hastalarda iştahsızlık, damak tat alımında değişiklik, cilt ve tırnaklarda renk koyulaşması, geçici yada kalıcı fertilite(üreyebilirlik) değişiklikleri olabilmektedir. Burada bildirilmiş olan yan etkiler her hastada mutlaka olacak belirtiler olarak düşünülmemelidir.

Radyoterapiye bağlı yan etkiler, ışın yapılan bölge ve verilen doza göre değişkenlik gösterir. Genellikle hastalarda radyoterapinin ilerleyen günlerinde yorgunluk hali gelişmektedir. Hastaya dinlenmesi, yapabildiği kadar hareket etmesi önerilir. Radyaterapi yapılan alanlarda kıl ve saç kaybı, kızarma, kuruluk, duyarlılık ve kaşıntı, cilt koyulaşması sık görülen yanetkilerdir. Boyun ve göğüs bölge radyoterapisi sonrası boğazda kuruluk ve yutma güçlüğü olmaktadır. Karın bölgesine yapılan radyoterapilerde bulantı, kusma, ishal ve idrar şikayetleri ortaya çıkabilmektedir. Kan hücreleri etkilenebileceğinden kan sayımları ile yakın takip edilir.

Ateş yükselmesi ve beklenmeyen kanamalar olduğunda takip eden doktorun hastalar tarafından uyarılması gerekir.

Biyolojik tedaviler aşı tarzında (interferon) uygulanır. Bunların yan etkileri soğuk algınlığı bulgularını andırır. Kırıklık, yorgunluk, titreme, ateş, kas ve eklem ağrıları, iştah kaybı, bulantı, kusma ve ishal olabilir.

Yüksek doz kemoterapi ve periferik kök hücre transplantasyonunda yan etkiler normal dozda kemoterapi tedavisinden daha fazladır. Hastalar kanama, infeksiyon organ yanetkileri açısından yakın takibe alınır.
Lenf Kanseri

HODGKİN HASTALIĞI

Lenfomalar içinde yer alan bir alt gruptur. Diğer lenfomalara hodgkin dışı lenfomalar denir. Hodgkin hastalığı lenfomaların yaklaşık dörtte birini ,yani oldukça azını oluşturmaktadır. Vücudumuzdaki lenf organlarından köken alır, genellikle tek veya birkaç adet lenf bezesinin büyümesi hasta tarafından fark edilen ilk olaydır.

RİSK ELEMENTLERİ NELERDİR?

Hastalığın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bulaşıcı değidir. Kardeşlerinde hodgkin hastalığı olanların bu hastalığa yakalanma riski daha fazladır. Ebstein Barr adlı virusun hastalığa yakalanmayı arttırdığı düşünülmektedir. Hastalar genellikle 15 ile 34 yaşları arasındaki genç erişkinlerdir.

Lenf kanseri teşhisi nasıldır

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ TEŞHİS VE TEDAVİLERİ

Hodgkin hastalığının belirtileri, tanısı, evrelemesi ve tedavisi (kemoterapi ve radyoterapi) ve yan etkileri Hodgkin dışı lenfoma ile benzerdir (bakınız lenfoma).
Ancak tedavide kullanılan ilaç ve şemalar, veriliş zamanları farklıdır. Hastalığın genel seyri hodgkin dışı lenfomalara nazaran daha iyidir. Hastaların büyük çoğunluğu uygun tedaviyle iyileşmektedir.


TEŞHİS NASIL KONUR ?

Lenfoma olasılığı düşünülen hastada kesin tanı konulabilmesi için büyüyen lenf bezinin tümünün çıkartılması ya da her hangi bir organda yerleşmiş ise parça alınması ilk işlemdir. Yapılan bu işleme biyopsi denir. Elde edilen dokuların patolog tarafından çeşitli işlemlere tabi tutularak mikroskop altında incelenmesiyle tanı konur.

Hodgkin dışı lenfoma için çok farklı sınıflamalar vardır. Patolog tarafından hangi tipi olduğu tanı raporunda verilir. Bu tiplerin önemi; hangi tedavi seçeneğinin hasta için uygun olacağını göstermesidir. Doktor hangi tedavi seçeneğini uygulayacağına patoloji raporunda belirtilen tiplemeye göre karar verir.

GELİŞİMİ NEDİR VE NASIL YAPILIR ?

Evreleme hastalığın yaygınlığının belirlenmesi işlemidir. Hastada lenf bölgeleri taranmalıdır. Hastanın el ile saptanabilecek boyun, koltuk altı, kasık vb bölgelerindeki lenf bezlerine muayene sırasında bakılır. Elle saptanamıyan diğer bölgelerinde ise basit direkt röntgen grafileri, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi (BT) yada magnetik rezonans görüntüleme (MRG) gibi çeşitli görüntüleme yöntemleri kullanılır. Görüntüleme yöntemleri ile genellikle boyun, göğüs (toraks), karın (abdomen) ve alt karının (pelvis) bölgeleri incelenir. Ayrıca kemik iliği biyopsisi yapılarak kemik iliğinde yayılım olup olmadığı araştırılır.

TEDAVİSİ ?

Her lenfoma hastası için tedavi kendine özgündür. Çünkü hastalığın evresine, hücre tipine, hastanın yaşına, hastanın tedaviyi kaldırıp kaldıramayacağına ve lenfoma tipinin hızlı yada yavaş seyirli oluşuna göre doktor tedavinin şeklini ve verilecek ilaçları belirler.

Hodgkin dışı lenfomanın tedavisi ilaçlarla (kemoterapi), ışın tedavisiyle (radyoterapi) veya ikisi birlikte olarak yapılmaktadır. Ayrıca hastadan kök hücre toplanarak yüksek doz kemoterapi sonrası bu kök hücreleri tekrar hastaya verme işlemi (yüksek doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre transplantasyonu), biyolojik ilaçlarlai ve cerrahi olarak da tedavi edilebilmektedir. Bazen yavaş seyirli lenfomalarda hastaya tedavi verilmez ve hasta belli aralarla doktor tarafından kontrol edilerek izlenir. Hastanın tedavisine karar veren uzmanlar tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğu olmaktadır.

Lenf kanseri evreleri

Lenfatik, immun sistem , vücudun enfeksiyonlara karşı mücadele etmesini sağlayan sistemin içinde yer alır. Lenfatik sistemde lenf bezeleri denilen boyun, koltuk altı, kasık bölgelerimizde normalde erişkinlerde genellikle ele gelmeyen küçük yapılar vardır. Ayrıca lenfatik sisteme dahil olan organlar vardır. Bunlar bademcikler, dalak, karaciğer, kemik iliği ve göğüs boşluğumuzda bulunan ve çocuklukta aktif olan bir organ timusdur. Ayrıca mide, ince barsak ve cildimiz katmanları arasında bu lenfatik yapılar yer almaktadır. Hastalık , yukarda bulunan lenfatik yapılardaki normal hücrelerin yerinde anormal şekil, yada hızlı bölünme özellikleri olan hücrelerin ortaya çıkması ile gelişmektedir. Bu hücreler ayrıca dalağa, karaciğer ve kemik iliğine yayılma özelliği gösterebilmektedir.

HODGKİN DIŞI LENFOMALAR VE BELİRTİLERi NELERDİR ?

En sık görülen belirti boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerindeki lenf bezelerinin ağrısız şişerek ele gelmesidir. Hastalarda diğer bulunabilen belirtiler ise söyledir; sebebi tam açıklanamayan ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, halsizlik, ciltte kaşıntı…. Bu şikayetler, grip gibi başka hastalıkların seyrinde de görülebilir. Bu nedenle bu tür bulguları olan hastalarda lenfoma teşhisini ancak doktor koyabilir.

Lenf Kanseri Lenfoma Belirtileri Tedavisi

Lenf Kanseri Lenfoma Belirtileri Tedavisi

Lenfoma , onkolojik hastalıklar içinde yaşamın uzatılması ve daha kaliteli yaşam sağlanması ve hastaların kurtarılmaları açısından daha fazla başarı elde edilmiş bir hastalıktır. Lenf sisteminden köken alan habis bir hastalıktır. Lenfoma öncelikle 2 gruba ayrılır. Hastaların az bir kısmı Hodgkin Hastalığı denilen lenfoma türüne sahiptir. Çoğunluk, Hodgkin dışı (Nonhodgkin) denilen lenfoma grubunda yer alır ve hastaya sadece lenfoma deniliyorsa genellikle bu grup kastedilmektedir.

lenf bezlerinin şişmesi

lenf bezlerinin şişmesi
Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorundur.

Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:

Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler

Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)

Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.


Servikal Strain

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):


Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.

Boyun Lenf Bezlerinde şişme Boyun Fıtığı

Boyun Lenf Bezlerinde şişme Boyun Fıtığı

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilere göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır.

İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirimize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.

Boyun Kireçlenmesi

Servikal omurgayı meydana getiren yapıların (kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik - yanma - batma, ellerde zayıflık - beceri azalması - uyuşma - karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.

Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:

İstirahat

Boyun korsesi

İlaç tedavisi

Fizik tedavi

Egzersiz

Enjeksiyon yöntemleri

Eğitim

üretra darlığı tedavisi üretra hastalıkları

POSTERİOR ÜRETRAL VALV DARLIĞI

Uriner sistemde görülen konjenital obstruksiyonlardandır.( Doğuştan darlığı). Posterior üretrada veru montanum seviyesinde idrar akımını engelleyen bir valv ( kapak) vardır. Obstruksiyon( tıkanıklık) ne kadar fazla ise belirtiler o kadar erken ortaya çıkar.Çocuğun sürekli damla damla idrar yaptığı öğrenilir. Fizik muayenede glob vezikale( idrar torbasının şişmesi) palpe edilir. Anti reflü ( idrarın yukarı kaçması) mekanizması bozulmuşsa hidronefroz ortaya çıkabilir.Kesin tanı sistoskopi yapılarak darlığın izlenmesi ile konur ve yine sistoskopi ile valvin koterize edilerek ortadan kaldırılması ile tedavi sağlanır.

24 Ocak 2010

Boyun lenf bezlerinde şişme
Servikal Adenit



Boyundaki derin ve yüzeyel fasyalar arasında yer alan tonsiler, submandibuler, submental, oksipital, yüzeyel ve derin juguler, nukkal, spinal aksesuar ve transvers servikal lenf bezlerinin enfeksiyonudur. Etkenler genellikle viruslar, S. aureus, grup A streptokok, diğer streptokoklar, anaerob bakteriler, Bartonella henseleae, atipik mikobakteriler ve Gram negatif basillerdir. Akut bilateral adenitler daha çok viruslara ve grup A streptokoka, akut tek taraflı adenitler S. aureus, grup A streptokok, anaerob bakteriler ve viruslara, subakut ve kronik adenitler ise atipik mikobakteriler, tüberküloz, toksoplazmozis ve kedi tırmığı hastalığı (Bartonella henseleae)’na bağlıdır. Nadiren M. tuberculosis, mantarlar, T. gondii, F. tularencis, Y. pestis, HIV ve C. diphtheriae da etken olarak karşımıza çıkabilir. Mikroorganizmalar genellikle üst solunum yolu, tonsiller ve dişlerden veya travma yolu ile, nadiren kan yolu ile lenf bezlerine gelir.



Klinik: Lenf bezi büyümesinin süresine ve tek veya iki taraflı olmasına bağlı olarak değişir. Sistemik semptomlar genellikle yok veya hafiftir. Birlikte etraf dokuda sellülit veya bakteriyemi varsa, yüksek ateş görülebilir. Özellikle streptokok adenitlerinde başlangıçta üst solunum yolu enfeksiyonu semptomları olabilir. Lenf bezi büyüklüğü 2-6 cm kadar olabilir, en sık submandibular (% 50-60) ve üst servikal bezler (% 25-30) etkilenir. Bez üzerindeki deri genellikle hiperemiktir ve lokal ısı artımı vardır. Vakaların yaklaşık ¼’ünde fluktuasyon alınır. Daha çok S. aureus ve mikobakteri enfeksiyonlarında süpürasyon olabilir. Lenf bezlerinin yoğun olarak bulunduğu diğer bölgeler (klavikula üstü, aksilla ve inguinal bölge) kontrol edilmeli, dalak ve karaciğer büyüklüğü araştırılmalıdır. Vücutta yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegali varsa, servikal lenfadenopati genellikle sistemik bir hastalığa (EBV, CMV gibi viral enfeksiyonlar, toksoplazmozis, tüberküloz, kollajen doku hastalıkları, lösemi…) cevap olarak gelişmiştir. Ağız boşluğu, farinks, burun, kulak, saçlı deri gibi lenf drenajı boyundan geçen bölgelerin muayenesi ile muhtemel primer kaynak ile ilgili bilgi elde edilir.



Komplikasyonlar: Abse formasyonu, sellülit, bakteriyemi, internal juguler ven trombozu, etkene bağlı komplikasyonlar (akut romatizmal ateş, glomerulonefrit, haşlanmış deri sendromu…)



Tanı: Hafif vakalarda klinik tanı yeterlidir. Ancak antibiyotik tedavisine cevap alınamazsa, iğne aspirasyonu veya insizyon ile örnek alınıp Gram, Wright ve Ziehl-Nielsen boyaları ile boyanıp incelenmeli, gerekirse sitolojik ve patolojik yönden değerlendirilmelidir. Ağır vakalarda tedaviye başlamadan örnek alınması uygun olur. Persistan, 8-12 haftada tanı konamamış adenitlerde ve neoplazi ile uyumlu bulgular varsa (alt servikal ve supraklavikular lenfadenopatiler, kilo kaybı, düşmeyen ateş, deriye ve derin dokulara yapışıklık)



Ayırıcı Tanı: Kabakulak, bakteriyel parotitis, diş abseleri, konjenital boyun kitleleri (tiroglossal kanal kisti, brankial yarık kisti, kistik higroma, epidermoid kist), boyun tümörleri (lenfoma, nörojenik tümörler, tiroid tümörleri, parotis tümörleri, Kawasaki hastalığı, ilaç reaksiyonları, kollajen doku hastalıkları, sarkoidoz, retiküloendotelyozlar, depo hastalıkları.



Tedavi: Lenf bezinin fazla büyümediği, hassasiyetinin az olduğu ve primer enfeksiyon odağının bulunmadığı hafif vakalarda antibiyotik tedavisine gerek yoktur, lenf bezi küçülmeye başlayıncaya kadar haftalık kontrollerle izlenmesi yeterlidir.



Büyüme devam ederse veya hasta başvurduğunda lenf bezi büyük (ancak 3 cm’den küçük), hassas, deri kızarık ve primer enfeksiyon odağı yoksa oral empirik antibiyotik tedavisi başlanıp, küçülme oluncaya kadar izlenir. Bu hastalarda antibiyotik olarak flucloxacillin, cephalexin, clindamycin veya amoxicillin/clavulanate kullanılabilir.



Lenf bezi 3 cm veya daha büyükse, inflame ise, birlikte sellülit varsa ve/veya sistemik semptom ve bulgular varsa, başlangıç antibiyotik tedavisine cevap vermemişse, hastanın hospitalize edilmesi ve insizyon veya dreya drenaj ile örnek alınıp incelenmesi uygun olur. Etken saptanamamışsa, veya sonuçları beklerken parenteral clindamycin, cefazolin + metronidazole, sulbactam/ampicillin veya vankomycin (veya teikoplanin) + metronidazole tedavilerinden biri başlanabilir.







Kaynak :



Türk İnfeksiyon Web Sitesi (TİNWEB)



http://www.infeksiyon.org

saglik36

Menenjit her yönü ve her tipiyle
A- MENENJİTLER



Beyin ve spinal kord, meninks adı verilen bir zar tabakası ile sarılmıştır. Meninksler dıştan içe doğru dura mater, arachnoidea ve pia mater adı verilen üç kattan oluşur. Araknoid ve piamater arasında beyin omurilik sıvısı (BOS) bulunur. BOS, seröz ve berrak bir sıvıdır. Subaraknoid boşluk ve ventrikülleri doldurarak beyin ve spinal korda yatak görevi yapar. Menenjit, BOS'da lökositlerin anormal olarak artışı (pleositoz) ile karekterize bir inflamasyon olarak tanımlanmaktadır.



Menenjit esas olarak bir pia-araknoidit'dir. Menenjit sendromu çok çeşitli mikroorganizmalar ile oluşturulabildiği gibi infeksiyon dışındaki hastalıkların da bir belirtisi olabilir.

Menenjit sendromuna neden olan infeksiyon ve infeksiyon dışı nedenler aşağıda sınıflandırılmıştır.



Tablo 1: Menenjit Sendromuna Neden Olan Etkenler



1) İnfeksiyöz Etkenler



A) Bakteriler

Neisseria meningitidis

Haemophilus influenzae

Streptococcus pneumoniae

Listeria monocytogenes

Streptococcus agalactiae

Staphylococcus aureus

Staphylococcus epidermidis

Enterococcus faecalis

Aerobik gram negatif basiller (Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa)

Salmonella spp

Brucella spp

Nocardia spp

Actinomyces spp

Mycobacterium tuberculosis



B) Virüsler

Nonpolio enterovirusler (Echo, Coxsackie virüsler)

Arboviruslar (St.Louis ensefalit virus, Kaliforniya ensefalit virüsleri, Doğu, Batı ve Venezuella beygir ensefalit virüsleri ve Kolarodo kene ateşi)

Mumps virüs

Herpes virüsler (H.simplex tip 1 ve 2, VZV, CMV, EBV, human herpes virüs-6 ve 7)

Lenfositik koriyomenenjit virüs

HIV

Adenovirüs

İnflluenza A ve B virus

Parainfluenza virus

Rubeola virus

Rubella virus

Polio virus

Rota virus



C) Mantarlar

Candida spp

Cryptococcus neoformans

Aspergillus spp

Histoplasma capsulatum

Coccidioides immitis

Blastomyces dermatitis

Sporothrix schenckii

Sporothrix spp

Pseudallescheria boydii

Cladosporium spp

Zygomycetes spp



D) Spiroketler

Treponema pallidum

Borrelia burgdorferi

Leptospira spp

Borrelia recurrentis

Spirillim Minor



E) Riketsiyalar

Rickettsia rickettsii Coxiella burnetti Rickettsia prowazekii Rickettsia typhi Rickettsia tsusugamushi Erlichia spp F) Protozoer ve Helmintler

Naegleria fowleri

Acanthamoeba spp

Toxoplasma gondii

Taenia solium

Trichinella spiralis

Trypanosoma spp

Paragonimus spp

Echinococcus granulosus

Strongyloides stercoralis

Schistosoma spp

Entamoeba histolytica



G) Diğer infeksiyöz durumlar

Parameningeal infeksiyonlar (Beyin absesi, otit, sinüzit, mastoidit, subdural abse, epidural abse, venöz sinüs tromboflebiti, kraniyal osteomiyelit)

İnfektif endokardit

Bakteriel toksinler (Streptokoksik farenjit, kızıl, toksik şok sendromu, difteri, boğmaca) Viral postinfeksiyöz sendromlar

Aşı sonrası (Kabakulak, kızamık, polio, boğmaca, kuduz aşıları)



2. İnfeksiyon dışı nedenler



A) Sistemik hastalıklar

Sistemik lupus eritematozus

Sarkoidoz

Behçet hastalığı

Sjogren sendromu

Mikst konnektif doku hastalığı

Romatoid artrit

Polimiyozit

Wegener's granuloımatosis

Lymphomatoid granuloımatosis

Poliarteritis nodosa

Granulomatöz anjiit

Ailevi akdeniz ateşi

Kawasaki sendromu



B) İlaçlar

Antimikrobiyal ajanlar (Trimethpoprim-sulfamethoxazol, ciprofloxacin, penicillin, isoniasid)

Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (İbuprofen, naproxen)

Azathioprine

Cytosine arabinoside

Carbamazepine

İmmünglobulin

Phenazopyridin



C) Çeşitli uygulamalar

Postnöroşirürjik işlemler

Spinal anestezi

İntratekal injeksiyonlar



D) İntrakraniyal tümör ve kistler



E) Maligniteler



F) Diğerleri

Serum hastalığı

Yumuşak metal zehirlenmesi



EPİDEMİYOLOJİ:



Virüsler "akut aseptik menenjit sendromu" nun en önemli nedenidir. Akut aseptik menenjit sendromu, BOS'un rutin boyama ve kültürlerinin değerlendirilmesinden sonra özellikle lenfositik pleositozla karekterize infeksiyöz veya noninfeksiyöz herhangi bir menenjitin tanımlanmasında kullanılan bir terimdir.



Akut aseptik menenjit sendromu olgularının % 80-85'inden enterovirüsler sorumludur. Primer olarak echo ve coxsackie virüsler izole edilmektedir. Enterovirüsler fekal oral olarak yayılmakta ve 1 yaşın altında 1-4 yaşa göre 10-15 kat daha sık menenjite neden olmaktadır. Enterovirüs infeksiyonları yazın daha sık görülürken kabakulak, kızamık ve varisella zoster menenjitleri kışın ve ilkbahar aylarında pik yaparlar.



Vektörle geçen aseptik menenjitlerin en yaygın görüleni arbovirüslereden St.Louis ensefalit virus'dur. Lenfositik koriomenenjit virus, hamster, kobay, fare gibi kemirici hayvanların idrarları ile kontamine gıdaların alınması veya açık yaraya teması ile bulaşmaktadır. Bu sebeple sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerde ve laboratuvar çalışanlarında infeksiyona neden olabilmektedir.



Herpes virüslerden HSV tip 1 ve 2 bütün aseptik menenjit olgularının % 0.5-3'ünden sorumludur. HSV aseptik menenjit en sık olarak HSV tip 2 ile oluşan primer genital infeksiyonuna bağlı olarak gelişmektedir.



HIV ile infekte hastalarda başlangıçta primer HIV infeksiyonu esnasında veya sonradan % 5-10 oranında akut meningoensefalit gelişebilmektedir.

Adenovirüsler solunum yolu ile bulaşmakta veya immünsüpressiflerde latent infeksiyonun reaktivasyonu ile hastalık oluşturmaktadır.



ABD'de aseptik menenjitler yılda 10.9/100.000 kişide görülmekte ve mortalite % 0.0, bakteriyel menenjit yılda 8.6/100.000 ve mortalite % 10, viral ensefalit yılda 7.4/100.000 ve mortalite % 3.8, beyin absesi 1.1/100.000 ve mortalite % 37, kronik menenjit ise yılda 0.4/100.000 ve mortalite % 43 oranlarındadır. Yetişkinlerin bakteriyel menenjitlerinde toplumdan kazanılan infeksiyon etkenleri arasında S.pneumoniae (%38) ve N.meningitidis (%14) en sık görülürken nozokomiyal gelişen infeksiyonlarda gram negatif bakteriler (%38) ve stafilokoklar (%18) daha çok menenjite neden olmaktadır.



1978-1981 yıllarında ABD'de bakteriyel menenjitlerin sıklığı ve mortalite oranları tablo 1'de görülmektedir.



Tablo 1: ABD'de 1978-1981 yıllarında bakteriyel menenjit etkenleri

Etken Sıklık (%) Mortalite(%)

Haemophilus influenzae 48 6

Neisseria meningitidis 20 10

Streptococcus pneumoniae 13 26

Streptococcus agalactiae 3 23

Listeria monocytogenes 2 29

Diğer bakteriler 8 34

Bilinmeyen 6 16



ABD ve bazı avrupa ülkelerinde bebeklerde H.influenzae tip b'ye karşı aşı uygulamaya başlanmasıyla özellikle çocuklarda infeksiyonun sıklığı önemli ölçüde azalmıştır. ABD'de 1980 li yıllarda H.influenzae tip menenjit sıklığı 40/100.000 iken aşılama ile 1993'de 2/100.000' ye düşmüştür.



N.meningitidis serotip B, ABD'de meningeal izolatların %51'inden sorumludur ve genellikle sporadik vakalarda görülmektedir. A ve C serotipi ise epidemilerden sorumludur. Kompleman yetersizliği olan hastalarda neisseria infeksiyonları daha sık görülmekte ve ciddi seyretmektedir.

Pnömokoksik menenjit, pnömoni, otitis media, mastoidit, sinüzit, endokardit gibi pnömokok infeksiyonlarının seyri esnasında komşuluk veya kan yoluyla uzak bir odaktan kaynaklanabilir. Splenektomi, multipl myeloma, hipogamaglobulinemi, malnütrisyon, kronik karaciğer ve böbrek hastalığı, malignite ve diabet gibi altta yatan hastalığı olanlarda infeksiyon ciddi seyretmektedir.



Listeria monocytogenes infeksiyonu yenidoğanlarda çok yaygındır. Gebelerin genital sistemi ve rektumunda asemptomatik olarak bulunabilir. Vakaların % 10'u yenidoğanlarda görülmektedir. Yaşlılar, alkolikler, kanserli hastalar, immünsüpressif yetişkinler, diabet, kollajen vasküler hastalıklar, kronik böbrek ve karaciğer hastaları listeria infeksiyonu riskine sahiptirler.

Streptococcus agalactiae, asemptomatik gebe kadınların % 15-40'ının vajinal veya rektal kültürlerinde izole edilmiştir. Anneden bebeğine bu yolla geçmektedir. Altta yatan hastalığı olan yetişkinlerde de görülebilir. Gram negatif aerobik bakteri menenjitleri, kafa travması veya nöroşirürjik operasyonlar, yeni doğanlar, yaşlı, immünsüpressif ve gram negatif bakteri sepsisli hastalarda daha sık görülmektedir. Sıklık sırasıyla E.coli, Klebsiella, Pseudomonas, Enterobacter, Serratia, Acinetobacter, Salmonella, Proteus spp en çok görülen bakterilerdir.

S.aureus menenjiti, genellikle nöroşirürjik işlemler veya travma sonrasında görülmektedir. Daha az sıklıkta ise sinüzit, osteomiyelit, pnömoni komlikasyonu olarak ve altta yatan hastalığı olanlarda görülmektedir. Mortalite % 14-77 oranlarında görülmektedir.

Nokardia genellikle immünsüpressif, malignite, kafa travması, kronik granülomatoz hastalık ve sarkoidoz gibi durumlarda görülür.



Enterokok ve anaerobik bakteriler ise nadiren menenjite neden olurlar.

Tüberküloz menenjiti genellikle 6 aydan sonra 5 yaşına kadar sık görülmektedir. Ayrıca ileri yaşlarda, immünsüpressif tedavi alanlar, lenfoma, gastrektomi, gebelik, diabet ve alkolizmi olan kronik organ tüberkülozlu hastalarda reaktivasyon sonucu ortaya çıkmaktadır. HIV infeksiyonu tüberküloz infeksiyonunun sıklığını arttırmaktadır. Akciğer dışı tüberküloz AIDS'li hastaların % 70'inden fazlasında görülmektedir. Menenjiti oluşturan etkenleri klinik olarak akut, kronik; BOS'un hücre sayısı ve cinsine göre pürülan, nonpürülan olarak sınıflandırabiliriz. Bakteriyel menenjit piyojenik bakteriler ile oluşur, başlangıç genellikle akuttur ve sıklıkla polimorfnükleer pleositoz ile karekterizedir. Daha az olarak da M.tuberculosis, Brucella spp, Borrelia burgdorferi, Treponema pallidum ve Leptospira interrogans gibi piyojenik olmayan bakteriler tarafından oluşur. Bu durumda klinik genellikle subakut veya kroniktir ve lenfositik pleositoz vardır.

Kronik nötrofilik menenjit; rutin antibakteriyel tedaviye cevap vermeyen, kültür negatif ve 1 haftanın üzerinde sürekli BOS'da nötrofillerin bulunmasıyla karekterize bir sendromdur.

Uzamış BOS nötrofilik pleositoz, kandidiaz, bruselloz, tüberküloz, blastomikoz, histoplazmoz ve koksidioidomikoz'lu hastalarda nadiren görülür. Genellikle hastalığın başlangıcında nötrofil hakimiyeti olabilir fakat tedavi ile değişebilir.



Akut menenjite neden olan etkenler Tablo 2'de gösterilmiştir.



Tablo 2: Akut Menenjite Neden Olan Başlıca Etkenler

Gruplar Bakteriler Viruslar Diğerleri

< 2 ay









E. coli

S. agalactiae

L. monocytogenes

Enterococcus spp*

H.simplex tip 2











2 ay- 10 yıl























H. influenzae

N. meningitidis

S. pneumoniae

M. tuberculosis*

















Mumps virus

Enterovirusler (Echo, S. pneumoniae Coxsackie, Polio)

Rubella

Herpes virüsler*

(H.simplex tip 2, VZV, CMV, EBV, Human herpes virüs-6)





Naegleria fowleri*























10 - 60 yıl











N. meningitidis

S. pneumoniae

Brucella spp*

Spirochetes***

M. tuberculosis*

Enterovirus

Rubella

Herpes virüsler

HIV







> 60 yaş







S. pneumoniae

Gram negatif basiller****

L. monocytogenes

M. tuberculosis

C. neoformans**









* Akut bakteriyel menenjite nadiren neden olurlar.

** C. neoformans daha çok AİDS ve immün sistemi baskılanmış hastalarda görülür.

*** T.pallidum, Leptospira ve Borrelia spp.

**** P.aeruginosa, Acinetobacter spp ve Enterobakteriler



4 haftadan uzun süren semptom ve BOS da hücre artışı olan menenjitlere kronik menenjit denir. Etken genellikle % 40 M.tuberculosis, % 7 kriptokok, % 8 neoplastik, % 43 nedeni belli değildir. Kronik menenjitlerin ayırıcı tanısında infeksiyöz olmayan nedenler de akla gelmelidir. Ülkemizde Kılıçturgay ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmada, 280 menenjit olgusunda % 55 akut bakteriyel, % 18 viral, % 27 oranında ise tüberküloz menenjit tespit etmişlerdir.

Kronik menenjite neden olan etkenler Tablo 3'de gösterilmiştir.

İnfeksiyonlar dışında çeşitli durumlarda akut menenjitin belirti ve bulguları ortaya çıkabilir. Etyolojisi saptanamayan bu gibi durumlarda infeksiyon dışındaki çeşitli nedenler ayırıcı tanıda göz önüne alınmalıdır.



Antibiyotikler 50 yıldır kullanımda olmalarına rağmen, bakteriyel menenjitler hala önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Son 10 yılda hastalığın patofizyolojisindeki yeni görüşler ve aşı geliştirilmesi hastalığın gidişine olumlu katkılar sağlamıştır. Gelişmiş ülkelerde bakteriyel menenjit nedeniyle ölüm, neonatal dönem haricinde etkili antimikrobiyal kemoterapinin uygulamaya girmesinden bu yana düşük orandadır. Ancak bakteriyel menenjitin neden olduğu nörolojik morbidite oldukça yüksektir. Bakteriyel menenjitlerde mortalite; sosyoekonomik durum, yaş ve etkenlere göre değişkenlik göstermektedir. Bakteriyel menenjitlerde mortalite % 25-30, nörolojik sekel % 30-50 civarındadır. S. pneumoniae ve gram negatif basil menenjitlerinde ise bu oran % 36 ya kadar çıkmaktadır.





Tablo 3: Kronik menenjite neden olan başlıca etkenler

Bakteriler Mantarlar Virüs ve Parazitler

Yaygın





M. tuberculosis

Brucella spp

Borrelia burgdorferi

Cryptococcus neoformans

Histoplasma

Coccidioides immitis

HIV





Nadir









Atipik mycobakteria

Nocardia spp

Actinomyces spp

Treponema pallidum



Blastomyces

Candida spp

Chromomycosis





CMV

Toxoplasma gondii

Taenia solium

Angiostrongylus



Çok nadir















L. monocytogenes

Leptospira spp













Sporothrix spp

Pseudallescheria

Alternaria spp

Fusarium spp

Aspergillus spp

Cladosporium

Schistosoma spp

Gnathostoma spinigerum

Toxocara spp

Baylisascaris procynosis

Paragonimus westermani

Fasciola spp

Cigomycosis

Echovirus





1986 yılında ABD'de Hastalık Kontrol Merkezi tarafından prospektif, çok merkezli yapılan ve 1990 da yayınlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre değişik yaş gruplarında menenjit olgularında etken olarak en sık H. influenzae (% 45) identifiye edilmiş, bunu S. pneumoniae ( % 18) ve N. meningitidis (% 14) izlemiştir. Bu ajanlardan S. pneumoniae ile % 19, N. meningitidis ile % 13, H. influenzae ile % 3 mortalite görülmüştür. Fakat bu da yaş gruplarına göre değişkenlik göstermektedir.



S. pneumoniae'ya bağlı ölüm 5 yaşın altında % 3 iken, 60 yaşın üstünde % 31 bulunmuştur. Bazı ülkelerde 2 aylık bebeklerde H.influenzae tip b'ye karşı rutin olarak uygulanan aşılar sayesinde H.influenzae tip b infeksiyonu ve menenjitinin küçük çocuklarda % 90'a varan oranlarda azalması sağlanmıştır.



Yapılan bir çalışmada bakteriyel menenjit geçirip sağ kalan 185 çocukta % 10 oranında devamlı sensorionöral işitme kaybı geliştiği, S. pneumoniae menenjiti geçirenlerde bu oranın % 31 olduğu bildirilmektedir. Avustaralya'da H. influenzae tip b menenjitli çocuklarda % 8.5 sensorionöral işitme kaybı, % 12.7 öğrenme güçlüğü, % 7 motor bozukluk, % 7 konuşma gecikmesi, % 4.2 hiperaktivite, % 2.8 körlük, % 2.8 obstruktif hidrosefalus, % 2.8 epilepsi nöbetleri şeklinde komplikasyonlar, % 6.3 oranında ise mortalite geliştiği bildirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde güçlü antimikrobiyallerin tedavide kullanılmasına rağmen ve belki de bu sebepten bakteriyel menenjitte nörolojik morbidite yüksek oranda kalmıştır.



Bakteriyel menenjitli hayvan modellerinde, bazı antibiyotiklerin güçlü inflamasyona yol açtıkları ve muhtemelen bu suretle morbiditeyi arttırmış olabilecekleri gösterilmiştir. Bu sahada daha iyiye doğru gelişmeler, daha iyi bakterisidal ajanların bulunmasından çok, hastalığın mekanizmasının daha iyi anlaşılmasıyla geliştirilecek tedavi biçimleri sayesinde olacaktır.



PATOGENEZ



S.pneumoniae, H. influenzae, N. meningitidis, E. coli gibi bakteriyel menenjit etkenlerinin nörotropik potansiyelleri konakçının defansından kurtulma yeteneğiyle ilişkilidir. Etken patojen, konakçının mukozal epitelinde kolonize olduktan sonra intravasküler boşluğa geçer ve orada canlı kalır, daha sonra da kan-beyin bariyerini geçerek BOS içinde yaşamaya başlar. Patojen mikroorganizmanın konakçı mukozasına yerleşmesinden BOS içinde çoğalmasına kadar gelişen bakteriyel nörotropizm mekanizması Tablo 4 de gösterilmiştir.





Tablo 4: Bakteriyel nörotropizmin patogenetik mekanizması

Nörotropik Durum Konağın Savunması Patojenin Stratejisi

Kolonizasyon veya

mukozal invazyon



Sekretuar IgA

Silier aktivite

Mukozal epitel IgA proteaz sekresyonu

Siliostaz

Adeziv pili

İntravasküler yaşama











Kompleman

alternatif kompleman

yolunu aşması







Polisakkarid kapsülleriyle











Kan-beyin bariyerinin

geçilmesi Serebral endotel



Adeziv pili



BOS içinde yaşama Zayıf opsonik aktivite Bakteri çoğalması



Tabloda da görüldüğü gibi , konağın plazma hücreleri tarafından salgılanan IgA' yı S. pneumoniae, H. influenzae ve N. meningitidis IgA proteaz salgılayarak etkisiz hale getirir. N. meningitidis ve H. influenzae nazofaringeal infeksiyona neden olduklarında silier epitel hücrelerini hasara uğratır ve silier aktivite kaybolur. Mukus bariyeri ve silier aktiviteyi geçen meningokoklar ve H. influenzae aynı dokuda siliası bulunmayan epitel hücrelerine bağlanır. N. meningitidis ve birçok Gram negatif mikroorganizma pilileri aracılığı ile nazofarinks mukoza epiteline tutunarak kolonize olur.



Tutunma ve mukozal invazyondan sonra damar içine giren menenjit etkenlerinin çoğunda polisakkarid yapıda bir kapsül vardır; bu kapsül nötrofillerce fagosite edilmeyi önleyerek ve klasik komplemana bağlı bakterisid etkinliğe direnç sağlayarak kan dolaşımında bakterinin varlığını kolaylaştırır. Daha sonra meninks invazyonu olur. Menenjit patogenezinde en az anlaşılan aşama bakterinin kan-beyin bariyerini geçmesi ve BOS'a girmesidir. Özellikle E. coli menenjitlerinde gösterilen "S" fimbriası gibi pililerin bu geçişte rolü olduğu ortaya konmuştur.

Bakteri BOS'a ulaştıktan sonra yaşama şansı yüksektir. Çünkü konakçının humoral savunma mekanizmasını ve kompleman aktivitesini aşarak gelmiştir. Normal kişilerin BOS'unda immünglobulin, kompleman aktivitesi ve komplemanla ilişkili opsonik aktivite yoktur. Menenjitli hastaların ancak yarısında ve düşük düzeyde opsonik aktivite bulunduğundan prognoz kötü etkilenir ve bakteri BOS'ta çoğalmaya devam eder.



PATOFİZYOLOJİ



Menenjit klinik olarak, BOS'daki mikroorganizmaya karşı konakçının verdiği cevapla ortaya çıkar. Çeşitli deneysel ve klinik çalışmalarla menenjitte BOS inflamasyonu, serebral ödem, intrakranial basınç değişiklikleri ve serebral kan akımı değişiklikleri oluştuğu gösterilmiştir. Bu kompleks olaylar dizisi çeşitli faktörlerin etkisiyle oluşmaktadır. Bunlar:



A) Bakteriyel Virulans Faktörleri ve Kan-Beyin Bariyerinin Bozulması:



Deneysel infeksiyonlar, subaraknoid aralıktaki inflamasyonun oluşumunda bakterinin subkapsüler yüzey kompenentlerinin (hücre duvarı ve lipopolisakkaridler), bakteriyel yüzey bileşenlerinden (polisakkarid kapsül ve pili) daha önemli olduklarını ortaya koymuştur. BOS içine pürifiye edilmiş hücre duvarı bileşenlerinin verilmesi, canlı organizmanın oluşturduğu inflamasyon ve protein eksudasyonuna benzer bir reaksiyona yol açarken, kapsüler polisakkaridin hastalığa yol açmadığı gösterilmiştir. Benzer şekilde, H. influenzae tip b lipopolisakkaridi inokulasyonuyla da kan-beyin bariyerinin bozulduğu ve inflamasyon oluştuğu görülmüştür.

Bu bulgular antibiyotik etkisiyle bakterinin parçalanması sonucu açığa çıkan pnömokok hücre duvarı ya da lipopolisakkaridin inflamasyona yol açabileceğini göstermektedir.



B) BOS'ta İnflamasyon Olayının Mediatörleri:



Pnömokok hücre duvar bileşenleri ya da lipopolisakkaridi, BOS'da tümör nekroz faktör-alfa (TNF-alfa) ve interlökin-1beta (IL-1beta) gibi çeşitli inflamatuar sitokinlerin salınmasını sağlar. Bu sitokinler de BOS'da inflamasyonun oluşumuna yol açar. Tavşanlarda meningokok lipopolisakkaridi intrasisternal verildikten 1-3 saat sonra TNF, IL-1, IL-6 BOS'a geçerek inflamasyon oluşturduğu saptanmıştır. H. influenzae lipopolisakkaridine karşı inflamatuar cevabın TNF ve IL-1beta' ya karşı antikorların verilmesiyle azaldığı fakat tamamen engellenemediği görülmüş ve patogenezde başka birtakım inflamatuar peptidlerin de söz konusu olabileceği düşünülmüştür. Gerçekten de tavşanlarda yeni tespit edilen makrofaj orijinli makrofaj inflamatuar protein tip 1 ve 2' ye karşı elde edilen antikorların , intrasisternal S. pneumoniae enjekte edilen tavşanlarda kullanılması, inflamatuar süreci ve kan-beyin bariyerinin bozulmasını geciktirdiğini göstermiştir.



C) Lökosit ve Endotel Hücrelerinin Etkileşim Mekanizması :



Lökositlerin, özellikle de nötrofillerin endotelden BOS'a geçişinin, sitokinler üzerinden sağlandığı üzerine pek çok deneysel çalışma vardır. Adezyon, endotel hücrelerinin yüzeyinde bulunan ve nötrofillerin yüzeyinde de karşılığı olan spesifik transmembran glikoproteinler aracılığıyla yönlendirilir. Bu etkileşimi yönlendiren adezyon molekülleri 3 grupta toplanır:

1-İmmünglobulin süper ailesi:Üyeleri arasında T ve B lenfositlerinin antijen spesifik reseptörleri ve iki intersellüler adezyon molekülü (ICAM-1 ve ICAM-2) bulunmaktadır.

2-İntegrin ailesi:Alfa ve beta ünitlerinden oluşur. Beta üniti beta 1, beta 2 ve beta 3 alt gruplarından oluşur. 3-Selektin ailesi: 3 farklı role sahip molekül vardır.

-GMP-140 (CD-62) endotel ve aynı zamanda trombositlerde bulunur.Trombin veya histamin stimülasyonuyla lokosit ve monositlerin endotele yapışması için mobilize olur.

-Endotelial lokosit-adezyon molekül-1 (ELAM-1) integrinlerden ve ICAM' dan bağımsız olarak lökositlerin endotele bağlanmasını sağlar.

-Lokosit-adezyon molekül-1 (LAM-1), üçüncü selektindir ve stimüle olmamış lenfosit ve nötrofiller üzerinde bulunur.



Adezyon oluşumunda bu 3 farklı adeziv glikoprotein ve sitokinler önemli rol alırlar. Özellikle IL-1, IL-6 ve TNF gibi lokal inflamatuar sitokinlerin aktiviteleri sonucu endotel ve lokositlerde adeziv glikoprotein kompleks dizisinin ortaya çıkması ve bunu takiben lokositlerin diapedezi ile BOS'a geçişi görülmektedir. BOS'a geçen nötrofiller, yine lokal olarak üretilen TNF, IL-1, IL-6 ve IL-8 gibi sitokinler aracılığıyla uyarılırlar ve toksik O2 metabolitleri ve diğer inflamatuar ürünlerini salgılarlar. Serebral mikrodolaşımda oluşan bu hasar ve BOS'daki inflamasyon beyin ödemini kolaylaştırmakta, hem vazojenik (kan beyin bariyerinin bozulması) hem de interstisiyel mekanizma ( BOS rezorbsiyonunun azalması) ile intrakranial basınç artmaktadır. İleri dönemde serebral kan akımının azalması ve serebrovasküler otoregülasyonun bozulması sonucu nörolojik sekeller oluşur.



Bakteriyel menenjitin patogenez ve patofizyolojisindeki olaylar şematik olarak şekil 1' de gösterilmiştir.



Şekil 1: Bakteriyel Menenjitin Patogenez ve Patofizyolojisi



Bakterinin mukozal kolonizasyonu

Í

Bakterinin kan dolaşımına invazyonu ve orada yaşaması

Í

Kan-beyin bariyerine penetrasyon ve BOS'a geçiş

Í

BOS'da inflamatuar sitokinlerin lokal salınımı

Í

Lökositlerin beyin endoteline adezyonu ve BOS'a diapedezi

Í

Meningeal venüllerin açık intersellüler birleşim yerlerinden albumin eksudasyonu

Í

Beyin ödemi, intrakranial basınçda artma, serebral kan akımında değişiklik

Í

Kranial sinir hasarı, felçler, hipoksik- iskemik beyin hasarı, herniasyon



KLİNİK BELİRTİ VE BULGULAR



Akut bakteriyel menenjitli hastaların büyük çoğunluğunda etyolojiye bağlı olmaksızın genellikle teşhis koydurucu benzer belirti ve bulgular mevcuttur. Sıklıkla ateş, başağrısı, menenjizm ve serebral disfonksiyon belirtileri (konfüzyon, delirium veya bilinç kaybı) bulunmaktadır.

Bakteriyel menenjitli hastalarda belirti ve bulguların dağılımı Tablo 5'de gösterilmiştir.



Tablo 5: Bakteriyel Menenjitli Hastalarda Belirti ve Bulgular







Belirti ve Bulgular Sıklığı (%)

Başağrısı >= 90

Ateş >=90

Ense sertliği > 80

Bilinç değişikliği > 80

Kernig >= 50

Brudzinski >=50

Bulantı ~ 35

Konvulsiyon ~ 30

Fokal nörolojik bulgular 10-20

Papilla ödemi < 1

--pagebreak-->

Meningokoksik menenjitli hastaların yaklaşık % 50'sinde peteşi ve purpura tarzında deri döküntüleri vardır. Mikroorganizmanın endotoksinine bağlı olarak gelişen dissemine intravasküler koagülasyon sonucu fulminan seyir gösterebilir.



Bakteriyel menenjitli hastalarda belirti ve bulgular akut veya subakut başlangıç gösterebilir. Akut belirti ve bulgular ani olarak ortaya çıkar. Semptomlar genellikle 24 saatten daha kısa süredir vardır ve süratli seyir göstererek % 50'ye varan mortaliteye neden olur. Menenjitin akut belirtileri infeksiyöz menenjitli hastaların % 10'unda bulunur. Subakut başlangıç gösterenlerde ise semptomlar 1-7 gün içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Menenjitin subakut belirtileri viruslar, piyojenik bakteriler, leptospira, tüberküloz basilleri, mantarlar ve parameningeal inflamasyonlara bağlı olarak gelişir. Viral menenjitlerin hemen hemen tamamı, bakteriyel menenjitlerin ise % 75'i menenjitin subakut belirtilerini gösterirler.



Bakteriyel menenjit teşhisi konulan hastalarda tedaviye ne kadar çabuk başlanırsa başarılı bir sonuç elde etme şansı o kadar fazladır. Papilla ödemi ve fokal nörolojik bulgu yoksa, alınan BOS örneğinde incelemeler kısa sürede tamamlanmalı ve en geç 30 dakika içinde uygun antimikrobiyal tedavi başlanmalıdır. Eğer papilla ödemi ve fokal nörolojik defekt varsa bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) yapılıncaya kadar kan kültürü ve diğer uygun vücut bölgesi materyallerinin kültürü yapıldıktan sonra tedaviye başlanmalıdır. Menenjitli bir hastada uygulanması gereken işlemler şekil 2'de şematik olarak gösterilmiştir.





Tablo 6: MENENJİTLERDE BOS BULGULARI

Basınç

mm H2O Görünüm



Hücre

Sayısı Hücre

Tipi

Protein

% mg Şeker % mg



Klorür % mg



Normal 60-180 Berrak 0-10 Lenfosit 10-40 mg Kan şekerinin 750

Akut İrinli Artar Bulanık 1000-5000 Nötrofil 100-500 mg Azalır Azalır

Akut İrinsiz



Artar



Berrak



100-1000



Lenfosit



10-70 mg



Normal



Normal



Kronik İrinli



Artar



Opelesan,

Berrak

500'ün altında



Lenfosit

veya Nötrofil 10-70 mg



Azalır



Normal



Kronik İrinsiz Artar Opelesan 500'ün altında Lenfosit 100-500 mg Azalır Azalır





LABORATUVAR BULGULARI VE AYIRICI TANI



BOS'da lökosit sayısı milimetreküpte 1000'den fazla olması ve nötrofil sayısının ? % 80 olması bakteriyel menenjiti düşündürür. Pnömokoksik menenjitli bazı hastalarda BOS hücre ihtiva etmez, fakat mikroorganizma ile dolu olabilir. Bu yüzden menenjit düşünülen hastalarda BOS lökosit sayısında artma olmasa bile gram boyası yapılmalıdır. BOS'un direkt olarak mikroskopta incelenmesiyle monosite benzer görünümdeki hücrenin ameboid hareketi amiplerin varlığını düşündürür. Çini mürekkebi boyasıyla kriptokok tespit edilebilir. Karşıt immünelektroforez ve lateks aglutinasyonu gibi hızlı teşhis sağlayan testler özellikle BOS'un Gram boyası negatif olan olgularda özellikle uygulanmalıdır. Bu testlerle meningokok, H. influenzae tip b, pnömokok, B grubu streptokok ve E. coli menenjitlerinde, BOS'da bakterilerin spesifik polisakkarid kapsül antijenlerinin tespitinde oldukça değerlidir. Lateks aglutinasyon testi karşıt immünelektroforez'den daha değerlidir ve 10-15 dakika içinde daha hızlı sonuç verir. Lateks aglutinasyon testi kültür ile saptanmış bakteriyel menenjit vakalarının % 80-90'ında antijeni saptamaktadır. Limulus lizat testi Gram negatif bakteri menenjitlerinde bakteri endotoksininin varlığını ortaya koymada oldukça sensitif (% 93) ve spesifik (% 99.4) dir. Ayrıca BOS'da laktik asit düzeyinin % 35 mg ve üzerinde olması bakteriyel menenjiti düşündürür. Son yıllarda meningokok ve listeria menenjitlerinin tanısında polimeraz zincir reksiyonu tekniğinden yararlanılmaktadır. Sensitivite ve spesifisitesi yaklaşık % 90 dır .



BOS'un görünümü, hücre sayısı, hücre tipi, protein, şeker ve klorür düzeyleri menenjitlerin ayırıcı tanısında oldukça değerlidir. BOS bulgularının değerlendirilmesi aşağıda tablo 6' da özetlenmiştir.





Tablo 7: Pürülan Menenjit Etkenlerinin Yaşlara Göre Dağılımı ve Empirik Tedavisi

Yaş Etken Tercih Edilen Tedavi Alternatif Tedavi

0-4

Hafta









E.coli,

Grup B









Ampisilin

+

streptokok

Bir aminoglikozid

Enterokok,

L.monocytogenes Ampisilin

+

Sefotaksim







4-12

Hafta









E.coli,

Grup B

streptokok,

L.monocytogenes,

H.İnfluenzae,

S.pneumoniae

Ampisilin

+

Sefotaksim

veya

Seftriakson



Ampisilin

+

Bir aminoglikozid







3 ay- 17yaş









H.İnfluenzae,

S.pneumoniae,

N.meningitidis







Sefotaksim

veya

Seftriakson





Ampisilin

+

Kloramfenikol





18-50yaş





S.pneumoniae,

N.meningitidis

Seftriakson Sefotaksim

veya



Vankomisin





50 yaş üzerinde







S.pneumoniae,

N.meningitidis,

L.monocytogenes,

Gr (-) aerob

basiller

Ampisilin

+

Sefotaksim

veya

Seftriakson

TMP-SMZ

+

Sefotaksim

veya

Seftriakson





Tablo 8: Pürülan menenjit etkenlerinin altta yatan hastalığa göre dağılımı ve empirik tedavisi

Predispoze Durum Etken Tedavi

İmmunusupressif











S.pneumoniae, N.meningitidis,

L.monocytogenes, Aerob gram negatif basiller







Ampisilin

+

Seftazidim







Baziler kafa kırığı



S.pneumoniae, H.influenzae,

A grubu beta hem.streptokok

Sefotaksim

veya Seftriakson

Kafa travması;

Nöroşirürji sonrası S.aureus,S.epidermidis,

Gram negatif basiller Vankomisin

+ Seftazidim

Serebrospinal sıvı

'shunt' ı yapılanlar



S.epidermidis, S.aureus,

Gram negatif basiller,

Difteroidler Vankomisin

+

Seftazidim







Tablo 9: Bakteriyel Menenjit Etkenlerinin Spesifik Antimikrobiyal Tedavisi

ORGANİZMA



TERCİH EDİLECEK TEDAVİ



ALTERNATİF TEDAVİ



N.meningitidis





PenisilinG

veya

Ampisilin Sefotaksim

veya

Seftriakson

S.pneumoniae

(Penisilin MİK,

< 0.1 µg/ml) Penisilin G

veya

Ampisilin

Sefotaksim

veya

Seftriakson

S.Pneumoniae

(Penisilin MİK,

0.1.-1.0 µg/ml)

Seftriakson

veya

Sefotaksim

Vankomisin

veya

İmipenem

S.pneumoniae

(Penisilin MİK,

2µg/ml)

Vankomisin

+

Rifampin

İmipenem

veya

Meropenem

H.influenzae

(Beta-laktamaz negatif)



Ampisilin







Sefotaksim

veya

Seftriakson



H.influenzae

(Beta-laktamaz pozitif)



Sefotaksim

veya

Seftriakson Kloramfenikol

veya Kinolon

veya Aztreonam

Grup B

streptokok



Penisilin G veya Ampisilin

+

Aminoglikozid S

Sefotaksim

veya eftriakson

veya Vankomisin

Enterokok







Penisilin G veya Ampisilin

+

Aminoglikozid

Vankomisin

+

Aminoglikozid

L.monocytogenes





Penisilin G veya Ampisilin

+

Aminoglikozid

TMP-SMZ





S.aureus (Metisillin- duyarlı) Nafsilin veya Oksasilin



Vankomisin



S.aureus (Metisilin- dirençli) Vankomisin



-

S.epidermidis (Metisilin-dirençli) Vankomisin+Rifampin -

Enterobakteriler







Sefotaksim

veya Seftriakson





Aztreonam veya

TMP-SMZ

veya Kinolon



P.aeruginosa





Seftazidim

+

Aminoglikozid

Aztreonam veya Kinolon

+

Aminoglikozid



TEDAVİ



Gram boyası ile boyanmış BOS sedimentinin dikkatle incelenmesi bakteriyel menenjit ihtimali olan hastaların değerlendirilmesinde son derece önemlidir. BOS kültüründe olumlu sonuç alınan hastaların % 90'ının BOS sedimentinin gram boyamasında mikroorganizma görülür. Daha önceden antibiyotik alan hastalarda gram boyamada bakteri görülme şansı % 60'a düşer. Bakteriyel antijen testleri etken olan mikroorganizmayı tespit etmede oldukça değerlidir. Pnömokok, meningokok, H. influenzae, B grubu streptokok ve kriptokok antijenlerine spesifik antibakteriyel serumlarla hızlı ve oldukça güvenilir sonuçlar elde edilmektedir. Gram boyası veya bakteriyel antijen testleriyle menenjitin spesifik etyolojik ajanı tespit edilemezse hastanın yaşı ve altta yatan hastalığa göre tedaviye başlanmalıdır.



Etkenin belirlenemediği durumlarda yaş ve altta yatan hastalığa göre, bakteriyel menenjitli hastalarda Tablo 7 ve 8'deki empirik antibiyotik tedavisine derhal başlanılmalıdır.

N. meningitidis infeksiyonlarında penisilin G veya ampisilin kullanılmaktadır. Ancak son yıllarda birkaç bölgede, özellikle İspanya'da meningokoklar da penisilin bağlayan protein 2 ve 3 (PBP 2 ve 3) affinitesinde azalma ortaya çıkmasıyla penisiline relatif dirençli (MIK 0.1-0.7 µg/ml) meningok suşları tanımlanmıştır. Penisiline ralatif dirençli suşlar klinikte standart penisilin tedavisinden yarar görmektedir, ancak İspanya da penisiline relatif dirençli suşların artması (1994 de % 22) ve penisilin tedavisinden yarar görmemesi üzerine meningokoksik menenjitin tedavisinde 3. Kuşak sefalosporinler tercih edilmektedir. Bugüne kadar ülkemizde penisiline dirençli meningokok gösterilmemiştir. Meningokoksik menenjit tedavisinde daha kısa süreli tedavi rejimleri denenmekteyse de genellikle 7 gün olarak tavsiye edilmektedir. S. pneumoniae menenjitinin tedavisinde penisilin G veya ampisilin halen ilk seçilecek ilaçtır. Ancak son yıllarda birçok merkezde penisiline hatta sefalosporinlere dirençli pnömokok suşlarının ortaya çıkması, pnömokoksik menenjitte penisilin tedavisi uygulaması yanında antibiyotik hassasiyet testinin mutlaka yapılması gereğini ortaya koymaktadır. Eskiden pnömokokların in-vitro penisiline duyarlıkları MIK < 0.06 mg/ml iken son yıllarda birçok merkezin sonuçlarına göre , penisiline relatif dirençli (MIK = 0.1-1 mg/ml) pnömokok suşlarına ilave olarak yüksek dirençli suşlar ( MIK ? 2 µg/ml) bildirilmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda % 20-30 oranında relatif penisilin direnci (0.12-1µg/ml), % 1 oranında ise yüksek düzeyde penisilin direnci (MIK ? 2 µg/ml) olduğu tespit edilmiştir. Standart parenteral dozlarda penisilin tedavisiyle BOS penisilin konsantrasyonunun yaklaşık pik değerinin 1 µg/ml olması nedeniyle, relatif dirençli pnömokok suşları izole edildiğinde veya şüphelenildiğinde sefotaksim, seftriakson, seftizoksim gibi 3. jenerasyon sefalosporinler; yüksek dirençli suşlar izole edildiğinde ise vankomisin verilmesi tavsiye edilmektedir. Son yıllarda sefalosporin dirençli pnömokok suşlarında giderek artış olması sebebiyle alternatif tedavi modelleri üzerinde çalışmalar sürdürülmektedir. Eğer sefotaksim veya seftriakson duyarlığı MIK ? 0.5 µg/ml ise klinik başarısızlık şansı artacağından vankomisin veya vankomisinle birlikte seftriakson veya rifampin kullanıldığında sinerjistik etki ile daha iyi sonuç alınacağı bildirilmektedir. Pnömokoksik menenjitin tedavi süresi 10-14 gün olarak tavsiye edilmektedir. H.influenzae tip b suşlarında % 32'ye varan beta-laktamaz üretimi nedeniyle ampisilin ve kloramfenikole karşı dünyanın değişik bölgelerinde yüksek oranlara varan direnç ile karşılaşılmaktadır. Üçüncü jenerasyon sefalosporinler ve fluorokinolonlara karşı henüz in-vitro H. influenzae direnci espit edilmemiştir. Yenidoğan ve çocuklarda H. influenzae tip b menenjiti düşünüldüğü durumlarda 3. jenerasyon sefalosporin tavsiye edilmekte ve 7 günlük tedavinin yeterli olduğu bildirilmektedir.



Gram negatif enterik basillerle oluşan menenjit tedavisinde sefotaksim veya seftriakson en çok tercih edilen antibiyotiklerdir. Tedavi 3 hafta sürdürülmelidir. P. aeruginosa menenjitinde ise seftazidim en iyi ajandır ve bir aminoglikozid ilavesi ile tedavide başarı oranı artmaktadır. İmipenem ve meropenem P. aeruginosa'yı da içine alan birçok meningeal patojene karşı geniş antimikrobial aktiviteye sahiptir. Sistemik tedaviye cevap vermeyen durumlarda intratekal veya intraventriküler aminoglikozid tedavisi düşünülebilir ancak bu tedaviye günümüzde nadiren ihtiyaç duyulmaktadır.



Üçüncü jenerasyon sefalosporinlerin geniş antimikrobiyal spektrumuna rağmen yaşlılar, yenidoğanlar, maligniteli, transplant alıcısı, diabetik ve alkolik hastalarda muhtemel etyolojik ajan olan Listeria monocytogenes'e karşı etkili değildir. Böyle durumlarda tedavi penisilin G veya ampisilinden oluşmalı ve in-vitro sinerjistik etkisi nedeniyle bir aminoglikozid ilave edilmelidir. Penisiline allerjik hastalarda TMP-SMZ alternatif ajan olarak seçilmelidir. Tedavi süresi 3 hafta olarak tavsiye edilmektedir.



Yenidoğanlarda B grubu streptokok (Streptococcus agalactiae) ile oluşan menenjitlerde penisilin G veya ampisilin bir aminoglikozidle kombine edilmelidir. Penisilin allerjisi olduğunda vankomisin seçilmelidir. Üçüncü jenerasyon sefalosporinler alternatif ajanlardır.Tedavi süresi 3 haftadır. Enterokoklar tarafından oluşturulan menenjitlerde de Penilin G veya ampisilin ile bir aminoglikozid kombinasyonu seçilmelidir. Penisilin allerjisi durumunda vankomisin ile bir aminoglikozid uygulanmalıdır.



Genellikle nöroşirürjikal işlemler veya travmayı takiben karşılaşılan S.aureus ile oluşan menenjitli hastalar, nafsilin veya oksasilin ile tedavi edilmelidir. Anti-stafilokoksik penisilinlerin ticari preparatlarının ülkemizde bulunmaması nedeniyle metisilin-duyarlı stafilokok infeksiyonlarında, duyarlık durumları dikkate alınarak BOS'a geçebilen 2. jenerasyon sefalosporinlerden sefuroksim; 3. jenerasyon sefalosporinlerden sefotaksim, seftriakson, seftazidim; karbapenemlerden imipenem ,meropenem; kinolonlardan pefloksasin; TMP-SMZ veya rifampin ile herhangi bir kombinasyon alternatif olarak seçilebilir. Beta-laktamaz inhibitörlerinin BOS'a geçişi konusunda yeterli deneyim olmadığı için bu ilaçlar tavsiye edilmemektedir. Vankomisin, penisiline allerjik hastalar veya metisilin-dirençli suşlar için rezerv olarak saklanmalıdır. BOS 'shunt' infeksiyonu gelişen hastalarda en yaygın etken olan koagülaz negatif stafilokoklardır ve bu nosokomial suşların 1/3 ü metisiline dirençli olduğu için vankomisin ile tedavi edilmelidir. Tedaviye cevap vermeyen durumlarda rifampisin ilavesi düşünülmelidir. Optimum tedaviyi elde etmek için 'shunt' ın çıkarılması sıklıkla gereklidir.





Tablo 10: Menenjit Tedavisinde Uygulanan Antibiyotiklerin Erişkin ve Çocuklarda Dozları

Total Günlük Doz ( Doz Aralıkları "Saat " )

Antibiyotik



Erişkinler



Bebek ve Çocuklar Yeni Doğanlar

( 0-7 Gün )

( 8-28 Gün )

Ampisilin



12 gr

(4) 200-300 mg/kg

(6) 100-150mg/kg

(8 veya 12)

150-200 mg/kg

(6 veya 8)

Penisilin G



24 milyon Ü

(4)

250.000 Ü/kg

(4 veya 6)

100-150.000 Ü/kg

(8 veya 12)

150-200.000 U/kg

(6 veya 8)

Sefotaksim



8-12 gr

(4) 200 mg/kg

(6 veya 8) 100 mg/kg

(12) 150-200 mg/kg

(6 veya 8)

Seftriakson



4-6 gr

(12 ) 80-100 mg/kg

(12 veya 24) - -

Seftazidim



6-12 gr

(8 ) 125-150 mg/kg

(8 ) 100 mg/kg

(8 veya 12) 150 mg/kg

(8)

Kloramfenikol



4-6 gr

(6)

75-100 mg/kg

(6 )

25 mg/kg

(24)

25-50 mg/kg

(12 veya 24)

TMP-SMZ



10 mg/kg(TMP) (12) 10 mg/kg(TMP)

(12) - -

Vankomisin



2 gr

(12) 50-60 mg/kg

(6 ) 20-30 mg/kg

(12) 30-40 mg/kg

(8)

Rifampin



600 mg

(24) 10-20 mg/kg

(12 veya 24) - -

Nafsilin



9-12 gr

(4)

200 mg/kg

(6)

100-150 mg/kg

(8 veya 12)

150-200 mg/kg

(6 veya 8)

Gentamisin



3-5 mg/kg

(8) 7.5 mg/kg

(8 ) 5 mg/kg

(12) 7.5 mg/kg

(8 )

Tobramisin



3-5 mg/kg

(8) 7.5 mg/kg

(8 ) 5 mg/kg

(12) 7.5 mg/kg

(8)





Tedavinin ilk 24-48 saatinde yeterli iyileşme göstermeyen hastalarda lomber ponksiyon ile BOS incelemesi tekrarlanmalı, BOS, kan ve diğer bölgelerden alınmış olan kültürler değerlendirilmeli ve üreme varsa antibiyotik hassasiyet testleri sonucuna göre uygun antibiyotik seçilmelidir.

Gram boyası, bakteriyel antijen testleri ve kültür sonucuna göre etken olan mikroorganizma tespit edildiğinde ise seçilecek en uygun antibiyotik Tablo 6'da görülmektedir.

Bakteriyel menenjitlerde antibiyotiklerin tavsiye edilen dozları Tablo 10'da gösterilmiştir. Tedavi intravenöz olarak uygulanmalıdır.

Bakteriyel menenjitlerde uygulanan antibiyotik tedavisi süresi tablo 11' de gösterilmiştir.



Tablo 11: Patojenlere göre antibiyotik tedavisinin süresi

Etken Süre (Gün)

Haemophilus influenzae 7

Neisseria meningitidis 5-7

Streptococcus pneumoniae 10-14

Listeria monocytogenes 14-21

Group B streptococci 14-21

Gram-negative enterik bakteriler 21







Tüberküloz Menenjit:



Tüberküloz menenjitte kullanılan ilaçlar ve günlük dozları aşağıda belirtilmiştir.



İzoniazid 300 mg/gün (5 mg/kg)

Rifampisin 600 mg/gün (10 mg/kg)

Pirazinamid 2 gr/gün (15-30 mg/kg)

Ethambutol 2 gr/gün (15-25 mg/kg)

Streptomisin 1 gr/gün (15 mg/kg)





Başlangıç tedavisi 3 veya 4 antitüberküloz ile başlanır, 2 ay sonra pirazinamid ve başlanan diğer antitüberküloz ilaç kesilerek izoniazid ve rifampisin kombinasyonu 1 yıla tamamlanır. Tedavide 60-80 mg /gün prednizolon başlanması ve giderek doz azaltılarak 2 ay süreyle verilmesi nörolojik sekellerin azaltılmasında veya gelişmesinin önlenmesinde yararlı olduğu gösterilmiştir.



Candida ve C.neoformans Menenjiti:



Amphotericin B 0.5-0.8 mg/kg/gün İV infüzyon tek doz + Flucytosine 6 saat arayla 37.5 mg/kg/gün (oral) yaklaşık 6 hafta, daha sonra 6 saat arayla 200 mg Fluconazole ile klinik duruma göre devam edilir. Daha az ciddi hastalarda ise direnç durumu da dikkate alınarak 6 saat arayla 400 mg Fluconazole ile 8-10 hafta tedaviye devam edilir.



YARDIMCI TEDAVİ



Bakteri subaraknoid aralığa girdiği zaman yoğun bir inflamatuvar cevap gelişir. Bu cevap organizmaların hızlı lizisi ve bakteriyel virülans faktörlerinin subaraknoid aralığa geçmesine neden olan antibiyotik tedavisi ile şiddetlenebilir. Bakteriyel menenjitin mortalite ve morbiditesi iltihabi cevap nedeniyle olmaktadır. Antiinflamatuar ilaç kullanılması bu cevabı engellemeye çalışır. Deksametazon alan hastalarda BOS TNF-alfa ve IL-1 beta konsantrasyonları bariz olarak düşük bulunmuştur.



Antiinflamatuar ajan olan kortikosteroidlerden deksametazon ile birçok klinik çalışma yapılmıştır. Halen bakteriyel menenjitli bütün hastalarda rutin deksametazon kullanılmasıyla ilgili tartışmalar devam etmektedir. Bugün için sadece H. influenzae tip b menenjitli bebek ve çocuklarda yardımcı deksametazon tedavisi kullanılması tavsiye edilmektedir. Çalışmalar sonuçlanana kadar yetişkinlerde, 2 aylıktan küçük bebeklerde ve diğer mikroorganizmalarla oluşan menenjitlerde rutin olarak deksametazon tavsiye edilmez. Bununla birlikte deksametazon tedavisinin inflamasyonu azalttığı, BOS parametrelerini (glukoz, protein ve laktat) daha hızlı normalleştirdiği, beyin ödemi ve artmış BOS basıncını azaltmada etkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca hastalarda ateş daha kısa sürede normal değerlere inmiş, nörolojik sekeller ve bilateral işitme kaybı anlamlı ölçüde azalmıştır, ancak mortalite üzerine etkisi bulunmamıştır.

Pnömokoksik menenjitte deksametazon kullanılmasıyla nörolojik veya odyolojik sekellerde azalma tespit edilmesine rağmen penisilin ve sefalosporin dirençli pnömokoklarla oluşan menenjitlerde deksametazonun yararı henüz ortaya konamamıştır. Ayrıca konjuge H. influenzae aşılarının rutin olarak kullanıldığı ülkelerde, bebek ve çocuklarda bakteriyel menenjit etyolojisindeki değişiklikler de dikkate alındığında deksametazon tedavisine başlarken etyolojik ajanın tespitine özen gösterilmelidir.



Bazı araştırmacılara göre de BOS'un Gram boyasında fazla miktarda bakteri görülen yetişkinlerde , bakteriolizise bağlı inflamasyonun alevlenme riski fazla olacağından, özellikle intrakranial basınç artması bulguları da gösteriyorsa yardımcı kortikosteroid tedavisi tavsiye edilmektedir.



Eğer deksametazon kullanılacaksa veriliş zamanı çok önemlidir. Antibiyotik tedavisi ile birlikte veya 10 dakika önce uygulama, subaraknoid aralıktaki inflamatuar cevabı azaltmak için en uygun olanıdır. Uygulama doz ve aralıkları çeşitli araştırıcılara göre 0.15 mg/kg lık dozun 6 saat rayla 4 gün veya 0.4 mg/kg lık dozun 12 saat arayla 2 gün verilmesi şeklinde tavsiye edilmektedir.



Diğer antiinflamatuar ajanlar:

-Metilprednizolon,

-İndometazin,

-Pentoksifilin (Fosfodiesteraz inhibitörü),

-IB4 (Beta-2 integrine karşı monoklonal antikor),

-IL1, TNF ve diğer adeziv glukoproteinlere karşı monoklonal antikorlar,

-Sitokin inhibitörleri (TNF bağlayan protein ve IL-1 reseptör antagonistleri),

-Toksik oksijen serbest radikal inhibitörleridir.



Bu ajanlardan metilprednizolon ve indometazinin deneysel olarak hayvan modellerinde beyin ödemini azalttığı ancak artmış BOS basıncı ve laktat konsantrasyonunu etkilemediği gösterilmiştir. Yine yapılan eksperimental çalışmalarda, pentoksifilinin endotoksinin uyardığı mononükleer hücrelerden TNF-alfa üretimini ;sitokinle aktive olmuş nötrofillerin endotele bağlanmasını; nötrofil süperoksid oluşumu ve granül salınımını azaltan kuvvetli antiinflamatuar bir ajan olduğu gösterilmiştir. IB4 ve diğer monoklonal antikorlar da deneysel olarak inflamasyonu ve beyin ödemini azaltmada etkin bulunmuş, ancak birbirini tutmayan etkiler ve potansiyel toksisiteleri nedeniyle henüz insanlarda kullanılma aşamasına gelmemiştir.



Akut Bakteriyel menenjit'in önlenmesi:



H.influenzae menenjitinin önlenmesinde ev içi teması olan özellikle 2 yaşından küçük çocuklarda rifampin 20mg/kg/günde bir defa (maksimum 600 mg/gün) olarak 4 gün süre ile uygulanması önerilmektedir. Meningokoksik menenjitin önlenmesinde hasta ile yakın teması olan ve aynı ortamı paylaşan ev halkı, askeri kışla ve yatılı okul gibi yerlerdeki bireylere ve tıbbi personele kemoproflaksi uygulanmalıdır. Hastalığın başlangıcından önceki hafta içinde en az 4 saat yakın teması olan kişiler risk altındadır. Bu amaçla rifampin'in erişkinlerde 600 mg 12 saat arayla 2 gün (çocuklar için 10 mg/kg 12 saat arayla 2gün) süre ile uygulanması önerilmektedir.



B-ENSEFALİT SSS.



Infeksiyonları arasında önemli bir yer tutan ensefalitler mortalitesi yüksek oldukça ciddi infeksiyonlardır. Genellikle meningeal infeksiyonunda iştirak etmesiyle meningoensefalit, omuriliğin iştirak etmesiyle de meningoensefalomyelit gibi klinik tablolara sık rastlanır. Etyolojik olarak menenjitlerde olduğu gibi bakteriler, viruslar, spiroketler, mantarlar ve parazitler ensefalit oluştururlar. İnfeksiyon belirgin olarak başağrısı, ense sertliği ve BOS'da lökosit artmasıyla karekterize meningeal irritasyonun belirti ve bulgularıyla kendini gösterir. Ensefalitlerde beyin ve medulla spinalisteki infeksiyonun lokalizasyonuna göre mental ve sinirsel semptom ve bulgular ön plandadır.



Ensefalitli hastalarda mental değişiklikler letarji halinden şuur bozukluğu, stupor ve komaya kadar değişebilir. Fokal nörolojik belirtiler gelişir ve konvülsiyonlar görülür. Motor güçsüzlük, derin tendon reflekslerinde artma ve ekstensor kaslarda kasılma görülür. Kafa sinirlerine ait anizokori, diplopi, nistagmus, pitozis oluşabilir. Hipotansiyon, taşikardi, terleme, mesane paralizileri ve ileus gibi otonom sinir sistemi belirtileri eşlik edebilir. Kan sayımında lökositler genellikle normaldir veya hafif bir lökositoz veya lökopeni görülebilir. Esas olarak BOS incelemesi tanıda yardımcıdır. Viral ensefalomiyelit de BOS'da hücre sayısı 10-2000/milimetreküp arasında değişir ve hastalığın erken döneminde polimorfnükleer hücreler hakim olmak üzere daha sonra mononükleer hücreler hakimdir. Amip, Nokardia, Aktinomiçes, Candida ve Aspergillus nedeniyle oluşan meningoensefalit de polimorfnükleer lokositler hakimdir. BOS değerleri menejitlerde görülen değişikliklere benzerdir ve ayırıcı tanıda yardımcıdır.



Herpes simpleks virus: HSV-Tip1 sporadik ensefalitin en yaygın nedenidir. Erken başlanan tedavi ile mortalite % 70'in üzerinden % 20'ye azaltılabilir. Acyclovir 8 saat arayla 10 mg/kg 2-3 hafta süre ile uygulanır.



Cytomegalovirus: CMV ensefalitinde acyclovir etkili değildir. Tedavide Ganciclovir 12 saat ara ile 5 mg/kg 2-3 hafta süre ile uygulanır.



C-BEYİN ABSELERİ



Beyin abseleri, beyin parankiması içindeki fokal süabilmektedir. Yine kullanıcılar özellikle üyesi oldukları kütüphanelerin abonesi olduğu elektronik ortamdaki dergilerdeki makalelere direk internet üzerinden kolayca ulaşıp onları edinebilmektedir. Yine sıkca uygulanan diğer bir yöntem herhangi bir kütüphaaka görüldügü bildirilmektedir.



Beyin abseleri klinik olarak 4 yolla oluşmaktadır:

1.Komşuluk yoluyla otit , mastoidit, sinüzit infeksiyonlarından direkt olarak yayılımla,

2.Açık kafa travmaları veya nöroşirürjik operasyon sonrası,

3.Hematojen yolla primer bir odaktan yayılımla olabilir,

4.Kriptojenik (Vakaların % 15-20'sinde odak tespit edilemez).



Beyin abselerinin yaklaşık % 40'ı otit ve mastoidit, % 15'i sinüzit, % 10'u dental infeksiyonlar sonucu gelişmektedir. Hematojen yolla beyin absesi gelişiminde osteomiyelit, diş ve tonsil abseleri, bakteriyel endokardit ve konjenital kalp hastalıkları gibi nedenler sayılabilir. Kan- beyin bariyerinin normal olduğu durumlarda bakteriemi sonrası beyin abseleri nadir olarak gelişmektedir. Son yıllarda immünolojik defisiti bulunan özellikle AİDS'li hastalarda fokal intrakranial infeksiyonlarda artış görülmektedir. AİDS'li hastalarda serebral toksoplazmoz sıklığı % 2.6- 30.8 oranlarında değişmektedir.



Antibiyotik dönemi öncesinde intrakranial abselerin analizinde % 25-30 S.aureus, % 30 streptokoklar, % 12 koliform bakteriler ve yaklaşık % 50'sinde de üremenin olmadığı tespit edilmiştir. Son yıllarda ise beyin abselerinde S.aureus % 10-15, Enterik bakteriler %23-33, S.pneumoniae % < 1, H.influenzae % < 1, Streptokoklar % 60-70, Bakteriodesler % 20-40, Mantarlar % 10-15, Protozoer ve helmintler ise % < 1 oranlarında rol oynadıkları bildirilmektedir. Beyin abselerinde klinik tablo absenin lokalizasyonuna, lezyonun büyüklüğüne ve lezyonun sayısına bağlı olarak değişmektedir.Hastaları yaklaşık % 75'inde semptomların süresi 2 hafta veya daha azdır. Vakaların % 70'inde değişen şiddetde baş ağrısı vardır.Bu vakaların % 50'sinde artan intrakranial basınca bağlı bulantı ve kusmalar eşlik eder. Ateş hastaların sadece %45-50'sinde görülür. Çoğu hastada letarjiden komaya kadar değişebilen biliç değişiklikleri gözlenir. Lezyonun lokalizasyonu ve büyüklüğüyle birlikte eşlik eden beyin ödemine bağlı olarak vakaların yarısında fokal nörolojik belirtiler görülür ve hemiparezi en sık görülen belirtidir. Meninks irritasyon bulguları ve fokal nörolojik belirtileri olan hastalarda beyin absesi düşünülerek mutlaka bilgisayarlı beyin tomografisi çekilmelidir. Böyle durumlarda lomber ponksiyon kontrendikedir. Çünkü intrakranial fokal bir lezyonun bulunduğu durumlarda yapılacak bir lomber ponksiyonu takiben herniasyon gelişebilir ve hastanın klinik tablosu süratle kötüleşir.



Hastalarda genellikle periferik kanda lökositoz ve ılımlı bir sedimantasyon yüksekliği mevcuttur. Günümüzde intrakranial infeksiyonların teşhisinde en çok kullanılan yöntem bilgisayarlı beyin tomografisi olmakla birlikte, manyetik rezonans görüntüleme tekniği beyin abselerinin incelenmesinde özellikle erken dönemde tanınmasında oldukça değerlidir. Tedavide temel yaklaşım cerrahidir.

Boyun Lenf bezi şişmesi

BOYUN AĞRILARI
BOYUN AĞRILARI



Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorundur.

Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:

Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler

Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)

Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.



Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:

Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları

Miyofasyal ağrı sendromu

Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)


Kronik boyun ağrısının en sık nedenleri:

Boyun kireçlenmesi

Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)

Fibromiyalji

Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar – daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.

Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir.

saglik33

çocukta diş çürükleri diş problemleri
Diş Çürüklerini Önlemek İçin Ne Gibi Önlemler Alınabilir?







Ağzımızda 60-70 tür bakteri bulunmaktadır.Araştırmacılar bu bakterilerin gıdalardaki şekerle beslendiğini ve atık ürünler olarak asit ürettiklerini tespit etmişlerdir.Asit dişin minesinin çözünmesine yol açar ve çürüme süreci başlar (şekil 1).Karbonhidratlı yiyecek ve içecekler diş çürüğüne daha fazla sebep olmaktadır.



Yemek yeme sıklığı ile diş çürümesi insidansı arasında bir ilişki vardır.Yiyecek ve içecekler ne kadar sık tüketilirse dişlerdeki potansiyel çürük tehlikesi o kadar fazla olmaktadır.Günde yaklaşık 6 kez yemenin ve içmenin (fluorlu bir diş macunuyla iyi bir ağız temizliği sağlanması şartıyla) pek çok kişi için güvenli olduğu kanıtlanmıştır.



Tükürük , çürüklere karşı korumada hayati rol oynar.Tükürük, dişlere temas eder etmez iki mineral ( fosfor ve kalsiyum) açığa çıkarır.Bu mineraller diş minesine nüfuz eder ve dişin remineralizasyon (onarım) süreci başlar.Ağızdaki fluor da bu onarımı takviye eder.



Bütün bunlara ilaveten, tükürükte tampon vazifesi gören başka maddeler de vardır. Bunlar bakteriler tarafından üretilen asidi nötralize ederek ağızdaki ve diş yüzeyindeki asit seviyesini düşürür.İşte bu sebeple diş çürüklerini önlemek amacıyla öğünler arasında 2-3 saat zaman bırakılmalı ve sık sık atıştırmamalıdır. Böylece ağızdaki mikroorganizmaların ürettiği asit sonucu dişlerde meydana gelen mineral kaybı, tükürükteki mineraller tarafından onarılabilir. Tükürüğün oynadığı diğer önemli bir rol de yiyecek parçalarının dişlerden ve ağızdan uzaklaştırılmasıdır. Uyurken herkesin ağzı kurur. Bu süre içinde ağız temizliği çok yavaştır. Bu nedenle yatmadan önce dişleri fırçalamak ve tekrar bir şey yememek çok önemlidir.



Öğünler arasında ise yemeklerden sonra 20 dakika süre ile şekersiz veya suni şekerle tatlandırılmış sakızların çiğnenmesi tükürük miktarını arttırır. Böylece hem dişler temizlenir hem de ağzımızdaki mikroorganizmaların yediğimiz yemekleri parçalaması sonucu açığa çıkan asidik pH normale döner. Ayrıca tükürükteki mineralller de dişteki mineral kaybını onarmış olur.



Günümüzde oldukça basit birkaç çürük önleme yöntemi vardır:



1-Akılcı beslenme alışkanlığı:



Daha az karbonhidratlı yiyecekler yemek ve içmek



Yeme/içme sıklığını günde yaklaşık 6 kere ile sınırlamak.



2-Dişlerin temizlenmesi:



Dişler fluorlu bir dişmacunu kullanılarak günde 2 kez iyice fırçalanmalıdır. Ayrıca dişipi kullanılarak fırçanın erişemediği ara yüzeyler mutlaka temizlenmelidir.



Düzenli diş fırçalama, dişetlerinin sağlıklı kalmasına da yardımcı olur. Dikkat edilecek bir nokta da diş fırçalanması sırasında kuru ve küçük saplı bir dişfırçası kullanılmasıdır. Yapılan araştırmalar sonucunda; bir diş fırçasının 24 saatte kuruduğu ve ıslak diş fırçası ile yeterince etkili bir fırçalama yapılamadığı kanıtlanmıştır. Ayrıca ıslak diş fırçaları daha fazla mikroorganizma içermektedirler. İşte bu sebepten ötürü bir kişinin ideal olarak 2 ayrı renkte 2 diş fırçasının olması ve sabah - akşam diş fırçalanması sırasında bu farklı fırçaları kullanmaları önerilmektedir. Böylece fırçanın 24 saat kurumasına olanak sağlanarak daha etkili bir ağız temizliği yapılır.



3-Fluor kullanılması:



Fluorlu diş macunu ve gargaralar tükürüğe fluor sağlar ve onarıma yardımcı olur. Fluor; tablet, gargara ve jel şeklinde satılır ve diş çürüklerinin önlenmesinde son derece etkilidir. Ancak erken yaşlarda çok fazla alınan fluor, sürekli dişlerin ön yüzeylerinde benek oluşumu olan fluorozise yol açabilir. Bu nedenle fluor alınması sırasında diş hekiminin önerilerine uyulmalıdır.



Fluor:Sentezi vucudumuz tarafından yapılmayan, ancak sağlam kemiklere ve dişlere sahip olabilmemiz için mutlaka gerekli bir elementtir. İki biçimde etki ederek dişleri çürümelere karşı korur.



a) Sistemik yolla: Henüz dişleri çıkmamış çocuklarda, ağız yoluyla sistemik olarak alınan fluor tabletleri dişleri güçlendirir.



b) Lokal yolla: Fluorürlü diş macunlarının kullanılması, fluorürlü gargaraların yapılması, ayrıca fluor tabletlerinin emilerek kullanılması diş yüzeyi ile fluorun doğrudan temasına yol açar.Bu mineral diş minesi üzerinde birikerek, minenin kaybettiği mineralleri yeniden kazanmasını sağlar



Fluor ve hamilelik: Fransız bilimadamları, hamile kadınların fluor alması durumunda, bebeğin de bundan yararlandığını kanıtlamışlardır. Doğal bir filtre olan plasenta, fluorun bir kısmının geçişine izin vermektedir. Gebeliğin 4.ayından itibaren bebeğin süt dişleri oluşmaya başlar; fluor takviyesi, çıkacak süt dişlerini çürüklere karşı daha iyi korur ve sağlıklı dişler olarak gelişmesini sağlar.



Annenin de hamilelik sırasında fluor takviyesine ihtiyacı vardır, gebelikte annenin dişleri demineralizasyona (mineral kaybı) karşı oldukça hassastır. Bu mineral kaybı, dışarıdan fluor alınarak büyük ölçüde engellenebilir.



Fluor almaya mümkün olduğunca erken başlanması (gebeliğin 4.ayından itibaren) ve çocuğun kalıcı dişleri tamamen gelişene kadar ( 14-16 yaş) devam edilmesi önerilmektedir.



4- Fissür örtücüler:



Arka dişlerin çiğneyici yüzeylerindeki oluklar fissür olarak adlandırılır ve bunlar “fissür örtücü” denilen çok akışkan kıvamdaki bir çeşit dolgu maddesi ile kapatılmalıdır. Böylece ekstra koruma sağlanabilir. Bu materyaller bakteriler ile dişlerin temizlenmesi en zor olan çukur yüzeyleri arasında temasın önlenmesine yardımcı olurlar. Fissür örtücüler özellikle küçük çocuklar için yararlıdır. Çünkü sürekli 1.azılar 6 yaşında ( henüz süt dişleri dökülmeden) sürer ve genellikle bu yaştaki çocuklarda ağız-diş temizleme bilinci tam olarak gelişmemiştir. Ayrıca bu dişlerin en arka bölgede konumlanmalarından dolayı çocuk bu dişleri yeterince temizleyemez ve genelde bu dişler çürümeye maruz kalır. Maalesef ebeveynler tarafından bu dişlerin süt dişleri ile karıştırılması ve çürük farkedilse bile “nasıl olsa yerine yenisi çıkacak” düşüncesiyle çocuğun dişhekimine götürülmemesi sonucunda çürük ilerler ve sonuçta dişin çekilmesi gerekebilir. İşte bu nedenle 1. azı dişlerine 6 yaşında sürer sürmez, fissür örtücü uygulanması, çürük oluşma riskini azaltacaktır.



5- Periyodik dişhekimi kontrolü:



Periyodik olarak dişhekimine kontrole gidilmesi, çürüklerin erken farkedilmesine ve ilerlemeden kolayca tedavisine imkan verir.



Çocuklarda Daimi Dişlerin Önemi











Çocuklarda genellikle ilk daimi diş 6 yaşında süren birinci büyük azı dişidir.6 yaş çocukların henüz ağız hijyenini çok iyi sağlayamadıkları bir yaştır,buna rağmen çocukların ağzında ömür boyu kullanacakları ilk daimi dişleri ağızdadır.



Peki bu durumda ne yapmalı ki çocuk birinci büyük azı dişini çürütmesin?



Bunun cevabı çocuklara daha önce de belirttiğimiz gibi diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması,çürük oluşturucu besinlerden uzak durması önerilir.Bunun yanında diş hekimi tarafından koruyucu tedaviler uygulanarak çocukların daimi dişlerinin çürümesi önlenir.Düzenli olarak 6 ayda bir çocuk diş hekimine getirilirse,kliniğimizde de uygulamakta olduğumuz TOPİKAL FLUOR uygulaması ve FİSSÜR SEALANT uygulaması yapılabilir.Topikal fluor uygulaması çocuğun daimi dişlerini güçlendirir,daimi dişlerin çürüğe karşı daha dirençli olmasını sağlar.Fissür sealantlar ise büyük ve küçük azı dişlerin üzerinde bulunan girinti ve çıkıntıların örtülmesiyle şeker,çikolata vs.gibi çürük oluşturucu maddelerin dişin yüzeye tutunmasını ve o girintilerden girerek dişi çürütmesini önler,ayrıca içersinde bulunan fluorid sayesinde dişin diğer bölgelerinin de çürümemesine katkıda bulunur.





Çocuklarda Süt Dişlerinin Önemi





Süt dişleri geçici olduğu için ebeveynler tarafından genellikle nasıl olsa bu dişler değişecek denerek pek önemsenmez.Dolayısıyla bu tarz bir düşünce süt dişlerinin temizliğinin ihmaline ve çürümesine sebep olur.Unutlmamalıdır ki süt dişlerindeki çürükler hem çocuğun dişlerinin ağrımasına sebep olur,hem de daimi dişlerine zarar verir.

Süt dişleri ihmal edilip dolgu ile kurtarılamadığı zaman çekilmesi gerekir,erken süt dişi kaybı çocukların daimi dişlerinin çapraşık olmasının en önemli etkenlerinden birisidir.Erken süt dişi kaybı sonucunda ağızda bulunan dişler boşluğa doğru kayar ve daimi dişlerin süreceği yer kalmaz sonuç çapraşıklıktır.Dolayısıyla süt dişlerinin sağlığı çok önemlidir.Çocuklarda ağız hijyeni çocuğun ilk dişleri sürdüğü andan itibaren başlamalıdır.Henüz bebek iken yapılması gereken şey temiz bir bez parçasıyla bebeğin dişlerinin üzeri her emzirme veya mama yedilten sonra yapılmalıdır.Çocuğun yaşı biraz daha büyünce(2yaş) diş fırçası kullanılmaya başlanmalıdır.







Bebeklerde Diş Çürüğü (Biberon Çürüğü)

Bebeğimin dişleri sürer sürmez çürüdü. Nedeni ne olabilir?



Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce yada uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.



Biberon çürüğünden korunmak için ne yapmak gerekir?



Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir.



Bunlar nelerdir?



Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin. Beslendikten sonra uyutmaya çalışın.

Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin.

Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin.

İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.

Biberon çürüğünün önemi nedir?



Biberon çürüğü görülen dişler tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.



Biberon emmediği halde bebeğimin dişleri çürüdü neden olabilir?



Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.



Fluorid Uygulamaları:







Günümüzde diş hekimliğinde ve diğer tıp bilimlerinde koruyucu hekimlik önem kazanmıştır.Diş hekimliğinde de koruyucu hekimlik denilince akla dişlerin çürümesini önlemek gelir.Dişleri çürüğe karşı dirençli bir hale getirmek için kullanılandığımız madde FLUORİD dir.





Fluorid dişlerin çürümesini önleyen,dişlerin yapısını kuvvetlendiren bir elementtir.Fluorid diş macunlarının içinde bulunduğu gibi bazı besin maddelerinde de bulunur.Fakat çocuklar çoğu zaman dişlerini fırçalamayı ihmal ettikleri için dişlerinin çürüğe karşı direnç kazanabilmeleri için yeterli fluorid almamış olurlar.Bu durumu bertaraf edebilmek için kliniğimizde profesyonel TOPİKAL FLUORİD uygulamaları yapılmaktadır.





Profesyonel Topikal fluorid tatbiki sadece diş hekimleri tarafından uygulanılabilen bir yöntemidir.Topikal fluorid uygulaması özellikle dişleri çürümeye meyilli çocuklarda uygulanır. Bu sayede yeterli miktarda fluorid dişler üzerine depolanır ve dişlerin yapısı güçlendirilerek çürüğe karşı dirençli olur.Topikal fluorid uygulaması her 6 ayda bir yapılırsa ancak etkili olabilir.Bunun için çocuklarınızı her 6 ayda bir düzenli olarak diş hekimine getiriniz...

saglik32

Çocuklarda diş sağlığı




Hazırlayan: Dt. Şeyda Akın



Dişlerin Temizliği

Diş çürüğü anne ve babadan çocuğa BULAŞABİLEN bir hastalıktır. Çocuğunuzu çok fazla öpülmekten koruyunuz. Bebeklerdeki ağız ve diş sağlığı, ağızda ilk dişler çıkmaya başladığı anda başlar, yaşam boyu sürer. İlk dişler yaklaşık 6. Ayda çıkmaya başlar, 2.5-5 yaşında tamamlanırve bu dişler 28 tanedir.





1-2.5 yaş arasındaki çocukların ağız ve diş sağlığından anne ve baba sorumludur. İlk dişler çıktığı dönemde anne ıslatılmış temiz bir gazlı bez ya da tülbenti işaret parmağına sararak günde bir kez bebeğinin dişlerini temizlemelidir. Her beslenmeden sonra ağız temizliğini sağlamak için bir miktar su mutlaka verilmelidir.



Çocuğun ağzındaki diş sayısı artınca diş fırçası ile temizlemeye geçilir. Bu dönemde (1-2.5 yaş) çocuk oyun şeklinde günde 2 kez dişlerini fırçalamalı, anne de günde 1 kez çocuğun dişlerini fırçalamalıdır. Diş macunu kullanımı bu dönemde gerekli değildir. Çocuğun macun yutmadığı bir dönemde süt dişleri için hazırlanmış özel florlu diş macunu kullanılmalıdır.



Biberon Çürüğü

Aşırı derecede biberon ve yalancı emzik kullanımı diş çürükleri ve çene bozukluklarına yol açar. Bu çürükler BİBERON ÇÜRÜĞÜ olarak adlandırılır. Tipik olan bu çürükler tüm ön dişler ve azı dişlerinde görülür.



Uzun süreli ve gece boyunca biberonla tatlandırılmış süt verilmesi,



Şekere, bala ya da pekmeze batırılmış yalancı emzik kullanımı,



Tülbente sarılmış lokum emdirilmesi,



Biberonla besledikten sonra ağız temizliğinin yapılmaması ile oluşur.





Çocuk 1.5-2 yaş civarında biberondan uzaklaştırılmalıdır.

Çürüklere bağlı erken yaşta yapılan süt dişi çekimi sonucu daimi dişlerde çapraşıklıklar oluşur. Çocuğun aldığı besinler diş sağlığı üzerinde önemli rol oynar.

Ekmek, bisküvi, hamur işi gibi dişler üzerine yapışan yumuşak besinler ve kolalı içeceklerden kaçınılmalıdır.

Elma, havuç, kereviz, peynir, yer fıstığı gibi yiyecekler çürük önleyici besinlerdir.



Ağız ve Diş Sağlığınız İçin Dişlerinizi günde 2 kez FLLORLU DİŞ MACUNU ile fırçalayın ve çocuğunuza

da fırçalatın.

Diş hekiminizi 6 AYDA 1 KEZ ziyaret edin.

Günde 5 KEZ’den fazla öğün almayın.

Beslenme alışkanlıklarınızı düzenleyin

saglik31

Hastane enfeksiyonları
Hastanede alınan mikroorganizmalara bağlı olarak gelişen infeksiyonlardır. Hastanın hastaneye yattığında inkübasyon döneminde olduğu ya da belirti ve bulguları saptanan infeksiyonlar hastane infeksiyonu (Hİ) olarak kabul edilmez. Buna karşılık hastanın taburculuğundan sonra ortaya çıksa da infeksiyonun inkübasyon süresinin başlangıcı hastanede yattığı döneme uyuyor ise hastane infeksiyonu kabul edilir.







Hastane infeksiyonları genellikle hasta hastaneye yattıktan 48-72 saat sonra ile taburcu olduktan sonraki 10 gün içinde gelişir. Değişik çalışmalarda, yatan hastaların %3-14’ünde Hİ geliştiğini göstermiştir. Hastane infeksiyonları üç nedenle büyük önem taşımaktadır.

a) İnfeksiyonların mortalite ve morbiditesi çok yüksektir.

b) Bazı temel uygulamalarla %20-30’u önlenebilir.

c) Ekonomik yükleri çok yüksektir.Ülkemizde yapılan çeşitli çalışmalarda yatış süresini ortalama iki hafta uzattığı ve hasta başına yaklaşık 1500 amerikan doları ek maliyete neden olduğu saptanmıştır.

Hastane infeksiyonları endemik ve epidemik olmak üzere iki ana grupta incelenebilir.

Epidemik Hİ: Endemik hızlarda gözlenen istatistiksel önemli bir artış epidemi olarak tanımlanmaktadır. Genellikle tek bir anatomik alanda ve spesifik bir patojenle gelişir. Hastane infeksiyonlarının yaklaşık %4’ünü oluşturmalarına rağmen, yüksek mortaliteye yol açmaları ve önlenebilir olmaları nedeniyle önemlidirler. Epidemilerin büyük kısmı yoğun bakım ünitelerinde hayatı tehdit eden infeksiyonlar şekinde görülür.

Endemik Hİ: Sporadik olarak gözlenen infeksiyonlardır.

Hastane infeksiyonları ile ilgili ABD’de ‘Centers for disease control’ (CDC) tarafından bir dizi tanımlar geliştirilmiş olup bu tanımlar günümüzde dünyanın her yerinde bir çok hastane infeksiyonu kontrol programına uyarlanmıştır. Burada CDC tanımlamaları çok ayrıntılı olarak verilmeyecektir. Daha detaylı bilgi için aşağıdaki kaynaklara başvurulabilir.

*Gardner JS, Jarvis WR, Emori TG et al.CDC definations for nosocomial infections1988.Am J Infect Control 1988;16:128-140

*Horan TC.Gaynes RP, Martone WJ et al.CDC definitions of nosocomial surgical site infections,1992:a modification of CDC definitions of surgical wound infections. Infect Control Hosp Epidemiol 1992;13:606-608



Hastane infeksiyonları ile ilgili yapılan sürveyans çalışmalarında sıklıkla saptanan infeksiyonlar:

1) Üriner sistem infeksiyonları

2) Cerrahi alan infeksiyonları

3) Pnömoniler

4) Bakteriyemilerdir.

Bu bölümde bu infeksiyonlarla ilgili temel bilgiler verilecek ve Hİ’de sıklıkla izole edilen

mikroorganizmalar ve bu mikroorganizmalarda gözlenen direnç sorunu anlatılacaktır











NOSOKOMİYAL ÜRİNER SİSTEM İNFEKSİYONLARI (NÜSİ)



En sık rastlanan Hİ lokalizasyonu üriner sistemdir ve infeksiyonların yaklaşık %40’ından sorumludur. Hastane kaynaklı üriner sistem infeksiyonlarının %85’i kateter ilişkili iken %5-10’u da sistoskopi gibi ürolojik girişimler sonrası görülür.

Klinik: NÜSİ, kateterin çıkarılması sonrası kendiliğinden çözülen asemptomatik tablodan, piyelonefrit, pernefritik apse, bakteriyemi, sepsis, şok renal yetmezlik gibi komplikasyonlarla seyreden ağır bir klinik tabloya kadra farklı formlarda karşımıza çıkabilir.

Risk faktörleri:Nosokomiyal bakteriüri kateter takılan hastaların %10-20’sinde görülür. NB’ye yol açan risk faktörleri içerisinde, kadın olmak, 50 yaşın üstünde olmak, altta yatan hastalık gibi faktörler de rol oynamakla birlikte, en önemli risk faktörü kateterizasyon süresidir. Kateterli hastalarda bakteriüri görülme oranı ardışık her gün için %5-10 arasında artış gösterir.Yani kateterize hastaların hemen hepsi 30 gün içinde bakteriürik hale gelmektedirler. Bakteriürik hastaların yaklaşık %10-20’sinde üriner sistem infeksiyonları gelişmekte bu hastaların da %3’ünde bakteriyemi saptanmaktadır. Bakteriyemi gelişen hastaların %10-20’sinin mortal seyir gösterdiği göz önüne alınacak olursa NÜSİ’nın önemi bir kez daha anlaşılmış olur.

Etiyoloji: Kısa süreli kateterizasyon sırasında gelişen infeksiyonlar sıklıkla tek bir patojenle gelişmekte, uzun süreli kateterizasyon sırasında ise etyoloji polimikrobiyal olmaktadır. En sık izole edilen mikroorganizmalar; E.coli, K.pneumoniae, Enterobacter spp., P.mirabilis ve kandidadır (özellikle antibiyotik kullananlarda).

Tanı: Diğer üriner sistem infeksiyonları gibi olmakla birlikte kateteri olan hastalarda diğer bulgular uyumlu ise 102 koloni/ml üreme, anlamlı olabileceğinden, göz ardı edilmemelidir.

Tedavi: Semptomu olan tüm kateter ilişkili üriner sistem infeksiyonları etken patojenin duyarlı olduğu bir antibiyotikle parenteral yolla tedavi edilmeli ve mümkünse kateter çıkarılmalı veya değiştirilmelidir. Optimal tedavi süresi hakkında tam olarak bir fikir birliği olamamakla birlikte, eğer kateter çıkarılamıyorsa en azından semptomlar çözülene kadar tedaviye devam edilmelidir.

Kandidemisi olmayan kandidürik hastalar amfoterisin B irrigasyonu ile tedavi edilebilir. Amfoterisin B irrigasyonunda 250 cc steril su içine konan 5-10mg. amfoterisin B her gün mesane içine infüze edilir ve kateter bir saat süreyle klemplenir. Tedavi süresi 2-7 gündür. Yine kandida NÜSİ’larında flukonazol iyi bir tedavi alternatifidir.Genel olarak kateter ilişkili asemptomatik bakteriürisi olan hastalar dirençli mikroorganizma seleksiyonu riski nedeniyle tedavi edilmez. Buradaki istisnai durum, prostetik grefti veya kalp kapağı olan hastalardır.















CERRAHİ ALAN İNFEKSİYONLARI

Cerrahi müdahaleden sonra ilk 30 gün içinde operasyon bölgesi ile ilişkili gelişen infeksiyonlar; cerrahi alan infeksiyonları olarak isimlendirilir. Eğer implant kullanılmışsa bu süre bir yıldır.

Bu infeksiyonlar;

a) Yüzeyel insizyonel,

b) Derin insizyonel

c) Organ/boşluk infeksiyonları olmak üzere üç alt başlık altında toplanmaktadır.

Yüzeyel insizyonel infeksiyonlar: Cilt ve ciltaltı bölgeyi tutan infeksiyonlardır.

Derin insizyonel infeksiyonlar: Fasia ve kasları tutan infeksiyonlardır.

Organ / boşluk infeksiyonları: İnsizyon dışında ameliyatla açılan veya manüple edilen herhangi bir anatomik organ veya boşluğu ilgilendirir.

Risk faktörleri: Yaranın kontaminasyon kategorisi; Cerrahi yaralar kontaminasyon riskine göre; temiz, temiz-kontamine, kontamine ve kirli-infekte olmak üzere sınıflandırılmışlardır. İnfeksiyon riski en az olan temiz yaralar, en çok olan ise kirli-infekte yaralardır.

Operasyon süresi ve cerrahi teknikler: Operasyon süresinin uzaması infeksiyon riskini arttırmaktadır.

Konağa ait faktörler: Yaş, şişmanlık altta yatan hastalıklar, yaraya uzak başka bir bölgede infeksiyon bulunması, hastanın operasyon öncesi hastanede yatış süresi, operasyon öncesi temizlik için jiletle kazıma yapılması (özellikle 12 saat veya daha önce) riski arttırır.

Etiyoloji: Gram pozitif bakteriler (S.aureus, enterokoklar, KN stafilokoklar, streptokoklar) en sık rastlanan cerrrahi alan infeksiyonu etkenleridir. Daha nadir olarak gram negatif bakteriler (E.coli, P.aeruginosa, enterobakterler, P.mirabilis, K.pneumoniae) ve kandida da etyolojide rol oynar.

Bulaş yolları:

Araştırmalar mikroorganizmaların çoğunun, hastanın yaraya yakın veya uzak vücut yüzeylerinden bulaştığını, genellikle operasyon odasındaki çevre koşullarının bulaşta sınırlı bir rolü olduğunu göstermiştir . Bulaşta cerrahi personelin nazofarenks sekresyonları, cildi ve saçından gelen partiküller de rol oynayabilir.Yine özellikle protez takılan operasyonlarda ameliyat odası havasının önemli bir kaynak olduğu saptanmıştır.

Uygun kullanıldıklarında profilaktik antibiyotikler etkin bir koruma için çok önemlidir. Ancak seçilecek ajanlar konusunda dikkat edilmesi gerekli noktalar vardır:

a) Seçilecek ilaçlar yarayı kontamine etmesi muhtemel mikroorganizmaların duyarlılık paternine yönelik olmalı

b) Yarada yeterli konsantrasyona ulaşacak dozda ve operasyon öncesi uygun sürede verilmelidir.

c) Profilaksi tedavi ile karıştırılmamalıdır; Tek doz proflaktik antibiyotik uygulaması çoğu operasyon için yeterli olup bir kaç istisna dışında 24 saatten uzun uygulama gereksiz olduğu kadar dirençli suş seleksiyonuna neden olduğu için zararlıdır.















NOZOKOMİYAL BAKTERİYEMİLER (NB)



Hastane kaynaklı mikroorganizmalarla gelişen dolaşım sistemi infeksiyonlarıdır. Primer ve sekonder olarak iki gruba ayrılırlar.

Primer N B: Kanda üreyen mikroorganizmanın başka bir alanda belirlenen bir infeksiyondan sorumlu olmadığı durumlardır. İntravenöz ve arteriyel kateter infeksiyonlarına bakteriyemiler de bu gruba girer.

Sekonder NB: Başka bir anatomik alanda tespit edilen infeksiyondan sorumlu mikroorganizmanın takiben bakteriyemi yapmasıdır. En fazla üriner ve solunum sistemi infeksiyonlarını takiben görülür.



Primer bakteriyemi: Daha çok intravenöz katetere bağlı olarak gelişir. (hastane kaynaklı bakteriyemilerin %80’i kateter ilişkilidir.)

Hastaya uygulanan intravasküler kateterlerin ortak özellikleri, mikroorganizmalar için deriden kan damarlarının içine doğrudan geçiş yolu oluşturmalarıdır.

Kateter infeksiyonları;

a) Kateter giriş yerinden kaynaklanan infeksiyonlar

b) Kanül ve infeksiyon setinin birleşim yerinden kaynaklanan infeksiyonlar

c) Başka bir infeksiyon kaynağından gelişen bakteriyemi sonucu kolonize olan kateter infeksiyonları

d) Kontamine infizyon sıvısına bağlı gelişen infeksiyonlar olarak sınıflandırılır.

Etiyoloji: %60 oranında stafilokoklar etkendir. En sık saptanan tür S.epidermidis’tir. Bunun dışında enterokoklar, basillus türleri, Corynobacterium JK sık görülen gram pozitif bakterilerdir. Kandida infeksiyonları da özellikle son yıllarda artan bir sıklıkla görülmektedir.

Enterobakterler, pseudomonas türleri, serratia ve citrobacter türleri sıklıkla kontamine infüzyon sıvısı infeksiyonlarını düşündürür.

Risk faktörleri: Kateterin tipi, uygulanış bölgesi, takılış ve bakım şartları infeksiyon riskini etkiler.

Klinik ve tanı yöntemleri: Kateter ilişkili infeksiyonların sadece yarısında lokal bulgular olduğundan tanı zordur. Bu nedenle kateter ilişkili sepsis bulgularını diğer septik sendromlardan ayırmaya yönelik aşağıdaki kriterler kateter ilişkili infeksiyon tanısında önemlidir. Bunlar:

1) Kateter yerinde lokal inflamasyon bulgularının veya filebit bulgularının olması

2) Bakteriyemi kaynağının olmaması

3) Kanüle olan arterin distal ucunda lokalize emboli

4) TPN alan hastalarda kandida endoftalmiti

5) Bakeriyemi riski düşünülmeyen hastalarda saptanan sepsis

6) Semikantitatif kateter kültüründe >15 koloni bakteri üremesi

7) Antimikrobiyal tedaviye refrakter sepsis

8) Kateterin çıkarılmasından sonra ateşin düşmesi

9) Tipik veya atipik etyoloji

10) İnfuzyon ilişkili mikroorganizmalarla meydana gelen kümesel infeksiyonlar.

Hastalarda tanı amacıyla;

a) Kateter ucunun semikantitatif kültürü yapılması yararlıdır.

b) Kateter segmentinin Gram boyası yapılmalıdır.

c) Kateterin çıkarılamadığı durumlarda periferden ve kateter içinden alınan kanın kantitatif kültürlerinin karşılaştırılması tanıda yol gösterici olabilir.

Tedavi: Kısa süreli kateterler değiştirilip, kateter kültürü alınmalıdır. Santral venöz kateter giriş yeri infeksiyonlarında etken P.aeruginosa değilse, kateter çıkarılmadan lokal bakım ve antibiyotikle tedavi denenebilir. Ancak bakteriyeminin tekrarlama riski %20’dir. Hicman-Broviac tipi kateterlerde bakteriyemi hemen kateterin çekilmesini gerektirmez. Bu tip kateterlerde tünel infeksiyonu tanısı veya tedaviye refrakter gidiş varsa kateter değiştirilir. Bunlardan başka endokardit veya septik trombofilebit varlığı, bakteriyemi veye fungeminin üç günden fazla devam etmesi, etkeninin S.aureus, basillus türleri, Corynebacteriun JK, Stenotrophomonas maltophila, mikobakteri veya filamentöz mantar olması durumlarında kateterin çıkarılması gereklidir.

Antibiyotik tedavisi; Mikrobiyolojik dökümentasyondan önce ampirik tedavi başlanabilir. Ampirik tedavi hastanenin mikrobiyolojik florasına göre düzenlenmelidir. Önerilebilecek bir tedavi;

Vankomisin + aminoglikozid /kinolon ile başlanabilir ve daha sonra antimikrobiyal paterne göre tedavi modifiye edilerek 7-14 güne tamamlanır.















NOZOKOMİYAL PNÖMONİ

Hastane infeksiyonları içinde en ağır seyirlilerden olup, Nİ’ların yol açtığı infeksiyonlar arasında (%30 doğrudan mortaliteyle) ilk sıradadırlar.

Etiyoloji; Hastaneye yatışın ilk 3 gününden daha evvel ve antibiyotik tedavisi almamış kişilerde gelişen pnömonilerde etkenler genellikle S.pneumoniae, M.catarrhalis ve H.influenzae’dır. Daha sonra gelişen geç pnömonilerde ise etkenler genellikle K.pneumoniae, Enteobacter spp., Serratia spp., E.coli, S.aureus ve P.aeruginosa’dır. Hastaların %60’ında birden fazla patojen etiyolojide rol alır ve bunlar, içinde anaerob mikroorganzimalar önemli bir yer tutar. Legionella pnömonileri de sporadik ve epidemik akciğer infeksiyonlarına neden olur. Yine influenza virusu ve RSV epidemik nozokomiyal pnömoni etkenleridir.

Risk faktörleri; En önemli risk faktörü yoğun bakımlarda yatıyor olmak ve mekanik ventilasyondur. Ayrıca ileri yaş, altta yatan hastalıklar, şok, bilinç bulanıklığı, intrakraniyel basınç monitörizasyonu, KOAH, gastirik aspirasyon, H2 reseptör blokeri kullanımı, kış ve sonbahar ayları risk faktörleri olarak sayılabilir.

Klinik bulgular ve tanı: NP tanısı en güç konulabilen infeksiyonlardandır. Ateş, öksürük, pürülan balgam, yeni veya ilerleyici pulmoner infiltrasyonlar gibi klinik kriterlerin duyarlılığı ve özgüllüğü düşüktür. Pnömoni; atelektazi, ödem , effüzyon ve emboli ile karışır. Klinik pnömoni tanısı alanlarda kan veya plevra sıvısında potansiyel patojenin üretilmesi tanıya yardımcıdır. Entübe hastalarda endotrakeal aspirat kültürleri alınabilir ancak bu yöntem orofarengial flora nedeniyle duyarlı ama özgül değildir. Özgüllüğü yüksek olan iki teknik korunmuş fırça tekniği ve bronkoalveoler lavajla alınan örneklerin kantitatif kültürüdür. Korunmuş fırça tekniğinde alınan örnekte103 koloni/ml bakteri üremesi veya BAL’da 104 koloni/ml bakteri üremesi anlamlı olarak kabul edilmektedir. Ancak bu tekniklerin de %10-30 false negatifliği ve pozitifliği olabilmektedir.

Tedavi; Destekeyici bakım ve tedavi ,

Altta yatan hastalıkların tedavisi,

Uygun antibiyotik tedavisi ;Ampirik antibiyotik tedavisi başlarken pnömoninin ciddiyeti, ortaya çıkış süresi, altta yatan hastalıklar ile birlikte hastanenin ve özellikle o ünitenin florası ve gram boyasından alınan ön bilgi birlikte değerlendirilmelidir.Tedavinin spekturumu geniş olmalıdır. Kinolonlar, geniş spekturumları ve akciğer dokusuna iyi geçiş göstermeleri nedeniyle tercih edilebilirler. P.aeruginosa’nın etken olduğu pnömonilerde tedavi tek ajanla yapılmamalıdır. Antibiyotik tedavisi yüksek doz ve parenteral olarak planlanmalıdır.











Kaynak :



Türk İnfeksiyon Web Sitesi (TİNWEB)



http://www.infeksiyon.org